Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

12 Eylül 2024 Perşembe

BUGÜN 12 EYLÜL VE AMACA ULAŞTI EMPERYALİZM YA CHP?

1980'in 12 Eylül'ü #AtatürkCumhuriyeti'ne karşı yapılmış darbeydi ve başarıldı ne yazık ki!

Bugün 12 Eylül öncesini sonrasını, anayasayı, "tontonlu yılları", Milli Eğitim'de "seni kabak gibi oyarım" diyen bakanı, Cumhuriyet'in ekonomi kalelerinin arsıza yüzsüze, papatyalara, emekli faşist askerlere peşkeşini, işkenceleri, faili meçhul cinayetleri, yurt dışına gitmek zorunda olanları, "karıştır barıştır" zorbalıklarını, üç kişinin bir araya gelmesinin sakıncalı sanılmasını, güya demokrasiyi rayına oturtmak için, yaşını büyütüp çocukları asanların Balçova'da ağaçlara kıyıp kendilerine villacıklar yapmasını, “serbest piyasa" denen harami düzeniyle emeklinin muhtaçlık sürecinin başlamasını, vergi yüzsüzlerinin sermesini,  zenginin daha da duyarsızlaşıp, yoksula “köle" olma imkanının sunulmasını ve daha nice olayı hatırlar mıyız bilmem?

Ama eminim, 12 Eylül 1980'de başlatılan "dejenere toplum projesini" ve anayasayla bugüne kadar gelen bazı antidemokratik gelenekleri konuşmayacağız.

Bir yandan Amerikan destekli "Fetö" hainine yol açılırken diğer yandan da ahlak erozyonu başlatıldı. Aile birliğine saldırılar sistematik hale getirildi. Eğitim yobazlaştırıldı ve "biat" temelli "sabır şükür" dayatması başladı. Yolsuzluklar, yüzsüzlükler, cahil inşaatçıların müteahhitlik egemenlikleri başladı.

Ve en acısı 12 Eylül faşizminden çekenlerin bazıları bile, zamanla bu yaratılan sahte toplum düzenine dahil oldular.

Aradan 44 yıl geçmiş. 12 Eylül Amerikan darbesinin yarattığı siyasi kaos bugün ne yazık ki zirvede. Son 20 yıla damgasını vuran “Ak Parti" zihniyetinin formüle edildiği süreç 1980 – 2000 arasıdır. Hatta Fetö hareketinin devlete azar azar sızdığı süreç 2000 sonrası değil 1980 sonrasıdır. Atatürk’ün 1923’de kurduğu “laik, bağımsız, ulusal devlet" sistemi 1946’dan itibaren kemirilmeye başlanmış, 1950 çok partili hayatın başlaması, Celal Bayar’ın alanlarda “Küçük Amerika olacağız” nutuklarının anlamı yıllar sonra ANAP’la anlaşılacaktı.

Bugün Atatürk’ün “iki eserinden" biri olan CHP’nin yaşadığı asıl kimliğinden uzak kimliksizliğin de düğmeye basılması 1980 sonrasıdır. Hatta bugün öylesine içi boş şekilde nutuklar atılmaktadır ki, CHP’nin başında yani Atatürk’ün emaneti koltukta oturan şahıs, temel 6 ilkenin anlamlarını bilmediğini adeta ilan etmiş, bağımsızlığın sembolü olan ekonomik içerikli “devletçiliği" bile isteye ve tabii ki cahilce “halkçılıkla" karıştırabilmiştir.

Atatürk ömrü boyunca feodal düzene karşı savaşsa da, bugün ne yazık k Türkiye siyasetinde bir nevi feodalizm ve bolca nepotizm mevcut. Son yıllarda ki özellikle de CHP’de son genel başkan seçimi sonrası yerel adayların belirlenmesinde parti ağalarının yakınları, arkadaş veya hemşerilik ve tabii ki menfaat odaklı adaylarla yol yürünmüştür. Bugün Türkiye de “yaşam biçimi” şekliyle “demokrasiden" bahsetmek mümkün değildir. Kaldı ki ekonomik zorlukların yaşandığı, milli beka tartışmalarının bitmediği Türkiye’de “demokrasi", sadece parti başkanlarının, toplum "baronlarının" tekelinde, halkı kandırmak için kullanılan bir yöntemdir. Gelinen noktada Atatürk’ün kurduğu parti, yönetsel olarak “12 Eylül zihniyetiyle" uzlaşmıştır. 

Darbenin 44. Yılında Atatürk’ü en sevdiği kentin belediyelerinde, tarihte eşi görülmemiş bir zulüm, mobing ve sindirme hakimdir. Başkanların çevreleri bilgi, donanım ve liyakatle kendini kanıtlamışlarca değil, yakın arkadaş, okul arkadaşı, onun karısı, parti büyüklerinin yolladığı şahıslarca doludur.  

Düne kadar AK Parti’nin antidemokratik uygulamalar, liyakatsiz atamalar yaptığını haykıran “bugünkü" CHP, bizzat belediyelerinde AK Parti’den daha zalimce davranabilmekte, eleştiriye tehditle karşılık verip, alimleri cahillere, muhteris kifayetsizlere boğdurmaktadır.

12 Eylül 1980’nin üzerinden 44 yıl geçti. Bugün Türkiye “Atatürk’ün Türkiye’si" olmadığı gibi, CHP de Atatürk’ün kurduğu CHP değildir...

Okumak, araştırmak, sorgulamak, tartışmak, dayanışmak, paylaşmak tam da 12 Eylül projesinin istediği gibi toplumda yeri olmayan yaşam tarzlarıdır artık. Ve ne yazık ki bir 12 Eylül’de yine karşılığı olmayan samimiyetsiz mesajlarla gün geçecektir.

7 Eylül 2024 Cumartesi

Hasan Tahsin Kocabaş / İzmir : 9 EYLÜL’DE “YANIK KOKUSU” OLMAZ! (1)

Hasan Tahsin Kocabaş / İzmir : 9 EYLÜL’DE “YANIK KOKUSU” OLMAZ! (1):   O vatandaş sokakta gördüğü afişi çekip yolladığından beri şaşkınlık ve kaygı içindeyim. Normalde hemen büyük tepki vermem, araştırır, soru...

9 EYLÜL’DE “YANIK KOKUSU” OLMAZ! (1)


 

O vatandaş sokakta gördüğü afişi çekip yolladığından beri şaşkınlık ve kaygı içindeyim. Normalde hemen büyük tepki vermem, araştırır, soruşturur, konuşur ondan sonra yazarım. Lakin bu kez farklı… Çünkü soru soracağım şahıslar büyük bir kibir havuzunda, küçük dağları ben yarattım hastalığı pençesinde.

Bu yazı konusunda ilk, daha sonra ikinci yazı gelecek. O “yanık kokulu” sergiyi gezip, öyle yazacağım. Bu yazıda “9 Eylül” ve “yangınlar” çelişkisini aktarayım size.  

31 Mart yerel seçimlerinden sonra CHP’li Cemil Tugay yeni “büyükşehir belediye başkanı” seçildi İzmir’e. Farklı yoğurt yiyişinden midir yoksa iradesine fazla müdahale edilmeye çalışılıyor, ondan mıdır bilemem 6 aydır başkanda da çalışanlarda da huzur yok?

Cemil Tugay’ın ilk atadığı “yeni kadrolar” genellikle kendi sosyal çevresinden, Karşıyaka Belediyesi’nden ya da bazı siyasi üst akılların tavsiyeleriyle “sağdan soldan” kim olduğu araştırılmadan, liyakat ve donanım sorgulanmadan muhtemeldir ki “dayatılan” şahıslardan oluşuyor.

Ancak burada kısa geçmeliyim ki, Cemil Tugay’ın “kadro tanzimi” ilkleri içermiyor, son 20 yıldır zaten iktidarın sözlüklerden sildiği “liyakat ve donanım” İzmir’de de CHP’li belediyelerce azdan çoğa doğru hep yaşandı. 31 Mart sonrası ise zirve yaptı. Yani Sayın Tugay “ilk” değil bu yöntemde. Ancak bu dönem “donanımsızlık” galiba baş kriter, bir yerlere “biat” öncelik.

Cemil Tugay’ın ilk tercih ettiği atamalarda, İzmir kültür aleminin yakından tanıdığı Dr. Nejat Yentürk ve gıda mühendisi Aybala Yentürk var. Yentürk çiftinin başarılı “sergi” çalışmaları, Cemil Tugay’ın Karşıyaka’da Belediye Başkanlığı yaptığı 2019 – 2024 arasında gerçekleşti. Kurtuluş ve Kuruluş yıllarının yıldönümü olan 2022 ve 2023’te Karşıyaka’da açtıkları iki görsel ve obje sergileriyle, koleksiyonerliklerine bir de sergicilik eklediler.

Açık söylemeliyim ki bendeniz hem basında hem de yayınlarımda bu iki sergiyi hep tekdirle andım. Çünkü Yentürk’ler, mümkün olduğunda İzmir kültür tartışmalarının dışında kalıp, işleriyle ilgilenen insanlardı. Nejat Yentürk, özellikle İzmir “sokak lezzetleri” tarihine özel ilgi gösterip başarısını, konferans ve kitaplarda kanıtlamış bir araştırmacı.

Aybala Yentürk ise özellikle İzmir’de Halkapınar Şehitliği’ne kara gölge gibi çöken, Türkerler Holding’in yıllardır bir türkü bitiremediği “Mahall Bomonti” inşaatını, Aralık 2017’de Atlas Tarih Dergisi’ne ek kitapçık yaparak tanıtan bir araştırmacı yazar.  

İzmir’in yeni “büyük” başkanı Tugay, bu çiftten de Büyükşehir ölçeğinde Apikam çatısı altında sergi istemiş muhtemelen. Bu yüzden de Aybala Yentürk’ü Apikam’a, danışman kılığında personel olarak yerleştirmiş, Nejat Beyi de bir şirkete yönetim kurulu üyesi olarak monte etmiş. Ancak bir süre sonra koleksiyoner, gıda mühendisi ve sergi küratörü Aybala Yentürk’ü, İzmir belediyesinin en büyük şirketi İzelman’a “yönetim kurulu başkanı” olarak atadı. Yani Tugay ile Yentürk’ler arasında mahşerlik bir birliktelik mevcut. Hatta Cemil Tugay’a her konu ve alanda etki edecek kadar yakın olduklarını, onların aktardığı her bilgiye Başkan Tugay’ın şüphesiz inandığını bizzat biliyorum.

İnanın ilgilendiğim bu alan değil. Yukarıda da yazdığım gibi eski başkanların da bu tip durumları hep oldu İzmir’de. Yentürk’ler belediye içindeki “işbirlikçileriyle” estirdikleri rüzgârı, hatta yıllar önceye dayanan bazı intikam hırslarıyla, bazı uzman personeli hızla sürdürdüklerini, sergi açmaktan ziyade, belediye içinde “güç ikonları” olmaya çalıştıklarını size bir süre sonra yazacağım. Çünkü bu konu benim “gurur meselem” halinde.

Biz gelelim 9 Eylül konusuna:

Söylemekten imtina etmem, ben Yentürk çiftinin Karşıyaka’daki çabalarını bildiğimden, her şeye rağmen Apikam’da da aynı ruhu devam ettireceklerine, aynı rüzgârı estireceklerine inanmıştım. Unutmuşum Türkiye’de, “koltukların” karakterlere “kibir” enjekte ettiğini.

Fakat bir basın bülteniyle allak bullak oldum. Hele basın bülteni içindeki bazı satırlar beni benden aldı, kaygım ve şüphelerim arttıkça arttı. Türk siyasetine 1950 sonrası çöreklenen “enkaz edebiyatı” “devri sabık” yaratma hastalığı ne yazık ki an itibariyle İzmir’de tüm belediyelerde açıktan veya örtülü yapılıyor. Hatta CHP Genel Merkezi düzeyinde bile, kadroların tamamı bir önceki yönetimde yer alsalar da durum değişmiyor, vefasızlık menfaat odaklı yaşlanıyor yaşatılıyor, “doğru” ve” gerçekler” önemini yitiriyor.

“YANIK YURT” DERKEN BEYLER?

“YANIK YURT” Sergisi Apikam’da açılıyor. Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM), İzmir tarihinin en önemli olaylarından birini, ‘YANIK YURT-Kurtuluş Savaşı’nda İzmir ve Batı Anadolu Yangınları’ sergisiyle gündeme taşıyor. Millî Mücadele’nin son günlerinde yaşanan İzmir ve Batı Anadolu yangınlarına odaklanan sergi birçoğu ilk kez gün ışığına çıkan fotoğraf, film, belge ve objelerden oluşuyor. YANIK YURT, 12 Eylül’de APİKAM Sergi Salonunda ziyaretçilerle buluşacak.”

Serginin sahibinin İzmir Büyükşehir Belediyesi olduğuna dikkat çekiyorum öncelikle. 9 Eylül rüzgarının esmesinin üzerinden 102 yıl geçmiş. Ama yıllar içinde o kadar “boşaltılmış ki” 9 Eylül, artık günümüzde bazıları çıkıp “Her sene her sene 9 Eylül tekrarı mı olacak yani?” ya da “Bu İzmirlilerin 9 Eylül ve bayrak takıntısını anlayamıyorum” diyebilmektedir.

Bakın çok iyi hatırlıyorum “her sene her sene 9 Eylül tekrarı mı olacak yani?” sözünü söyleyen de bugün Apikam’da bulunuyor. “Bayrak takıntısını anlamıyorum” diyense, onu getiren bir önceki Başkan Tunç Soyer tarafından geri yollanmıştı.

“İzmir Yangını” önemli bir konu, yangının kimler tarafından çıkarıldığı, yangının arkasındaki asıl azmettirenin kimler olduğu 102 yıldır netliğe kavuşmadı. Çünkü işgalden kurtuluşa yazılan tarihin yarından fazlası “yazanın yapana” değil “yeni nesi emperyalizme sadakatiyle” yazıldı, yayınlandı. Bu yüzden de İzmir’de Apikam adlı kurumun bu konudaki faaliyetleri doğrudur. Ancak 9 Eylül coşkusunun, işgalin her türlü baskı ve işkencesini yaşamış İzmirli Türklerin, 9 Eylül’e sahip çıkışlarını, Halkapınar şehitlerini, kör karanlıklarda dikilen ay yıldızlı al bayrakların öykülerini anmadan, hatırlatmadan, tam da 9 Eylül haftası hem de yangının çıktığı tarihten bir gün önce “12 Eylül’de” üstelik de “yanık yurt” adıyla sergi açmanın anlam mantığını hayra yormak mümkün değildir.

Eski “Punta’da” açılacak klasik fotoğraf sergisinin ise bu şüpheli serginin yanında kıymet-i harbiyesi olmadığını eksantrik afişinden anlıyorum zaten. Sergi küratör ve koordinatörünün dünyaya bakışlarını bilmem, kibir yaklaşımları da umurumda olmaz.

Gerek Sayın Başkan Cemil Tugay’ın gerekse bu serginin küratörleri ve genel koordinatörüne iki çift lafım var Türkiye’nin son 20 yıllık siyasi süreciyle ilgili.

Bir millet düşünün, iki yüzyıl öncesine kadar dünyanın en kudretli devletine sahip olsun, iki yüz yıl boyunca da azdan çoğa artarak sömürge…

Emperyalizmin açık sömürgesi. Zaferlerinden bile, masada vazgeçsin. Halkının derdine derman, hastalığına deva değil de kendini sömürenlere daha çok sömürecekleri imkânları sunsun.

Ve bir gün, dıştan ve içten sömürenler “infaz” emri versin, ordularıyla saldırsınlar ve tarihin en kirli, en iğrenç, en kahpe saldırılarını yapsınlar. Ama o hesaba katmadıkları “inanç ve irade” bir yürekli evladının ayağa kalkmasıyla dirilsin, “az zamanda büyük” adımlarla önce “kurtuluş” sonra da yenden “kuruluş” gerçekleşsin.

Millet: Türk Milleti, evladı da Mustafa Kemal Atatürk!

Kurtuluşun tarihi 9 Eylül 1922.

Kurtuluş” dediğimiz zaman öylesine muazzam bir zamanki, 4 gün sonra emperyalistlerin giderayak başlatacakları ve el altından satın aldıkları işbirlikçilerinin de seyredecekleri yangın, 1922’de bile şehirde esen özgürlük havasını karartamamış. Çünkü İngiliz aklıyla yangın çıkaranlar, çıkardıkları yangında Türklerin de yok olacağını düşünmüşler ama olmamış. Onu İzmir’e has esen rüzgâr engellemiş. Fakat ne hazindir ki 102 yıl sonra üstelik de “kurtarılan yurt” için “yanık” yakıştırması yapılıp, düşmanın kaçarken yaktığı tüm bölge “9 Eylül” anlamının üzerine oturtulmaya çalışılmış.

Benim karşı olduğum “zamanlama”! 

Ben bu sergi hiç olmasın, olmamalı demiyorum. Ama kurtuluş süreciyle ilgili hala netlik sağlanamazken, yangının “öne çıkarılması” bana Yunan ve İngiliz aklının tezahürü gibi geliyor. Adı da incitici, zamanlama da incitici… Sergi hazırlayıcıları konuşmak, iletişim kurmak yerine “ben bilirim” kibriyle kulaklarını herkese kapatmış olabilirler. Lakin ortadaki durum kendilerine değil bizzat Başkanın siyasi ikbaline gölgedir.

Apikam “yangını” öne çıkarırken “kurtuluş” günün de İzmir Valiliği ise bilgiye, hatırlatmaya dayalı bir toplantı düzenleyecek ki, bu da manidar. Oktay Gökdemir’li, Ayşe Üngör’lü Apikam’ı hatırlıyorum da coşkunun ve farkındalığın öne çıktığı zamanlardı. Ama gariptir, bu sergiyi hazırlayanlar kendilerinden önceki tüm zamanları “başarısız, sıradan, tekrar” gördüklerinden ve yanlarında “tuttukları” hani şu “her sene her sene 9 Eylül olur mu” diyenle birlikte

Biz 9 Eylül’ü sevgili Haluk Işık’ın dizeleriyle içselleştirdik, yangın kokusu yerine askerilerin üzerlerine serpilen gül kokularıyla örtüştürdük:

 “Sen 9 Eylül dersin iki kelime, ben onurlu bir halk anlarım, rüzgarın çevirdiği sayfa anlarım, sen İzmir dersin iki hece, ben saygıyla ayağa kalkarım.”

 

NOT 1: Serginin basın bülteninde çok acayip satırlar var. Kim yazmış, hangi kaynağa bakmış bilemem. Ama bugünkü Apikam binası “İtfaiye Merkezi” olarak yapıldı, “santral” olarak değil! Üstelik itfaiyenin objeleri Aziz Kocaoğlu döneminde de Nejat Bey’in şimdi beğenmeyip, sağda solda aşağıladığı sergilerde kullanıldı.

Not 2: Sergi 12 Eylül’de Apikam salonunda açılacak. Gidin mutlaka. Çünkü sergiye değil manidar zamanlamaya kaşıyım. Sergiye ben de gidip iyice inceleyeceğim. Sonra da bu yazının ikinci bölümünü yazacağım. Lakin kimseyle iletişime de geçmeyeceğim. Çünkü “iletişime” geçeceğim şahıslarla görülecek bir hesabım var.

2 Eylül 2024 Pazartesi

İZMİR’E YABANCILAŞTIRILAN İZMİR (1) – İzmir, 2 Eylül 2024

"İzmir Kimlikliksizleştiriliyor"

İnanılmaz bir süreç yaşıyoruz da kaç “sayın” farkında, bilmiyorum. Türlü tehlikeler kapımıza dayandı, ama ne yazık ki bu kez “Rahmetullah Çelebi” gibi, Hasan Tahsin Recep gibi yüreği ve beyni özgürler yok gibi. Lakin ortalık “İngiliz muhiplerinden” geçilmiyor. Bazıları bilerek bazıları da dost, arkadaş, tanıdık ihanetlerinden habersiz, bunların gazına gelerek kendilerini kandırıyorlar ve İzmir’i de uçuruma sürüklüyorlar cahilce.

Okuduklarım, duyduklarım bana oldum olası “eksik” geldi. Değer verdiğim uzmanlara sorduğumda ise sorularım yanıtsız kaldı. Acaba gerçekten düşündük mü Hukuk-u Beşer Gazetesi sahibi Hasan Tahsin Recep Beyin, bile isteye neden “ölüme” gittiğini?  Bana onun ölüme gidişi hep şüpheli geliyor. Zira girişiminin ciddi ciddi “intihar eylemi” olduğu aşikâr değil mi? Acaba o büyük öfkesinin altında “başka şeyler de” olabilir mi? Mesela “Maşatlık Mitingi” onun “ölüme gidiş” kararını verdiği olay olabilir mi?  Bunun genç ve dürüst tarihçiler tarafından araştırılmasında yarar var. 

Bugün konum bu değil, anlatmamın nedeni, İzmir’in “değiştirile değiştirile” kimliksiz yok olmaya doğru hızlanarak gittiğini anlatmak.

İzmir’in işgal dönemi de kurtuluş ve yangından sonraki süreci de oldukça fazla “boşluklarla” dolu. İşgalin acısını yaşayan İzmirli Türkler’in kurtuluştan bir süre sonra yok sayılmaya başlaması, ileride “arka mahalle” gerçeğini yarattı. Bugün İzmir’de seçilmişler ve atanmışlar anlamasalar da çok ciddi bir “kıyı çeper” ayrımı var. 

Bu girişi yaptıktan sonra gelelim bugüne…

Açık söylemeliyim ki Eylül 2024 itibariyle İzmir, İzmir hassasiyetleri ve kimliği gereğince yönetilmiyor, anlaşılmıyor ve hissedilmiyor. Büyük oranda İzmir dışı kimliklerle iş birliği içinde menfaatçi muhterislerin köşe başlarına egemen olduğunu görebiliyoruz. Sermayeden medyaya, yerel yönetimlerden milletvekillerine, İzmir “İzmir” olarak haykıramıyor, söylem geliştiremiyor, kimliği bunalımla dolu bir şehir görünümünde.  

İnanın bana şu anda Valilikte, kaymakamlıklarda, ilçe ve büyükşehir belediyelerinde bir “İzmir kronolojisi” yok! Tarihsel hassasiyetler, sosyal medya mesajlarına sıkışmış dorumda ve bir çoğu kafa karıştıracak mahiyette, tarihsel günler ise birkaç konser ve eksantrik gece gösterileriyle kotarılmaya çalışılıyor. Üstelik yaklaşan 9 Eylül bile İzmir’de heyecan yaratmıyor. Tıpkı skandal şekilde iki kez açılan “Arsıulusal Fuar” gibi. Oysa, o fuar alanı da pek çok “soru işaretleriyle” temizlenmiş olsa da 9 Eylül 1922’de elde edilen zaferin ardından kurulacak Cumhuriyet’in “bağımsız ve milli ekonomi” damgasını taşıyordu son 20 yıl öncesine kadar.

Kurtuluş” ve “kuruluş” içeriği, öylesine alabora edildi ki, yeniden yazılmasında büyük yarar var. Ancak burada “boşluklar” doldurulacak, kahramanlarla hainler ciddi olarak masaya yatırılacak ve kimseden yana olmadan, kimseyi kimsenin üstünde görmeden tarih yeniden yazılacak. Çünkü ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti tarihi “yazanın yapana sadık” olmaması üzerine yazılmış. Özellikle 1950 sonrası ve temele inilerek 1980 sonrası hem Cumhuriyet hem Kurtuluş Savaşı hem de İzmir’in işgal ve kurtuluş süreci sadece hamaset ya da örtülü yalanlarla genç dimağlara sokulmuş. Doğrularla yanlışlar öylesine birbirine girmiş ki, 1922’nin 9 Eylül günü İzmirli Türklerin yaşadığı büyük coşku unutulmuş, 9 Eylül’lerine vazgeçilmez anma ve anlatılarından cayılmış ama yerine “İzmir’i kim yaktı” diye boş beleş bir soruya yanıt arayan, emperyalist uşaklarının çabaları zirve yapmıştır. 

Düşünebiliyor musunuz? 

İzmir’de bugün o kadar azaldı ki makamlarda 9 Eylül hassasiyeti, o kurtuluş gününde, gözleri İzmir’e doğru açık olarak şehit olan, Halkapınar’da “onur ve namus” adına yatan dört “yavrucak” bugün artık akıllara bile gelmiyor! Umarım yanılırım da böyle giderse üstelik CHP’li belediye başkanları oluruyla “9 Eylül Kurtuluş” günüden vazgeçilerek “13 Eylül Yangın” günü dikkate alınacak. Dedim ya umarım yanılırım.

Bugün İzmir’de “İzmir’e yabancı” ve “hoyrat yaklaşan” mihraklar egemen durumda. 

Yerel yönetim kadroları neredeyse başka kentlerin egemen dinamiklerinin kontrolünde. Basmane gerçeği dahi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kontrolüne girdi, İzmir’in “kültür ve sanat” havası artık İzmirce esmeyecek gibi görünüyor. Valilik ve iktidar ise, bir yandan İzmir’in “kırmızı çizgilerine” saygılı olduğunu iddia ederken, sessizce uyguladığı “demografik değişim” operasyonundan vazgeçmiyor. İzmirli seçmenin 20 küsür yıldır yerel iktidarda tuttuğu CHP, son büyük kurultayı sonrası kendi tarihi genlerini bozarak 6 oku rengârenk bir saçmalığa sürüklüyor.

Ve ne yazık ki, kahrolarak yazmalıyım, İzmir’i, 31 Mart’ta “seçtiğimiz” Başkanlar değil, başkanları “ilk seçen” mihraklar yönetiyor!

Bu konuyu gelecek yazıda daha açık yazacağım.

NOT: Bana her zaman hasantahsin@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. Bu arada yakında https://www.instagram.com/htkizmir/ adresimden günkü 15 dakikalık #güncel yayınlara başlayacağım. Takipte kalın bir olalım yurttaşlar.




BUGÜN 12 EYLÜL VE AMACA ULAŞTI EMPERYALİZM YA CHP?

1980'in 12 Eylül'ü #AtatürkCumhuriyeti'ne karşı yapılmış darbeydi ve başarıldı ne yazık ki! Bugün 12 Eylül önces...