Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Ekim 2019 Pazartesi

SİZ HİÇ "ARKA SIRADA" YAŞADINIZ MI?


Ne demektir bu sözün anlamı?
Gerçek olan “gerçeğin” peşine düşelim mi yine?
Burada defalarca dikkat çekmeye çalıştım, karşılığında ciddi eleştiriler de aldım, “Hep kendini yazıyorsun, umutsuzluk aşılıyorsun” dediler.
Oysa eleştirenlerin unuttuğu, burada tabii ki kendimi yazacağım.
Burası gazete değil ki.
Benim alanım.
Bu yüzden de yüreğimi açar, hafızamı hareketlendirir ve dünle bugün arasında bildiklerimle köprü kurmaya çalışırım.
Köprüyü geçmek isteyenler de istemeyenler de sağ olsun.
Gelelim “arka sıradakilere”...
Arka Sıradakiler” derken hedeflenen sanırım İzmir'in, on yıllardır sarılmayan yarası.
Adı konmamış bir kötü ayrıştırma, sanki İzmir iki parça da, bir parça diğerini ciddi “ötekileştiriyor”.
Öyle mi peki?
Evet öyle...
Bu satırların yazarı 1968'de Çimentepe'de doğdu, ilkokul üçüncü sınıfta Kireçlikaya'ya taşındı. İlk, orta ve liseyi Kireçlikaya'da otururken okudu bitirdi. İlk üniversite deneyimini de Kireçlikaya'da yaşadı. Ankara'ya gittiğinde de, İstanbul'da çalışırken de Kireçlikaya'daydı.



Kireçlikaya nerededir bilir misiniz?
Bugün büyük bölümü artık antik tiyatro alanı için yıkılmış, İzmir'i “yukarıdan” seyreden muhteşem bir yerdi. Yokuş aşağıydı. Yokuşun bir yanı sıra sıra “Kolonyacılar” diye bilinen evlerdi. Üzerinde Kadifekale, altında Basmahane, batısında Eşrefpaşa, doğusunda Ballıkuyu ve Yeşildere.
Yokuşlar dedim ya?
İşte o yokuştan okula gitmek için inerdim her gün ve tabii çıkardım da.
İlkokulum Topaltı, orta ve lisem de Şehit Fethibey'di.
Kireçlikaya “zengin” değildi. “Ön'de” değildi yani “arkadaydı”!
Oturduğumuz tek katlı evin, eski Türkçe tapusunda 1903'te yapıldığını okumuştum. Diğer evler de genellikle o civar tarihteydi ama yıkılıp yeniden yapılanlar, onarım adına değiştirilenler, “apartman furyasında” dikilen dört beş katlılar vardı ben büyürken.
Kimseyi eleştirmek için yazmıyorum. Bugün herkesin diline doladığı “arka sıradakilerden” biriydim yani. Babam deri işçisiydi. Annem “ev kadını”. Kimseye muhtaç değildik ama, zenginliğin ne menem bir şey olduğunu da ilk, siyah beyaz ekrandan gördük.
Sonra, bayramlarda bizden daha zengin akrabaları ziyaretlerde, mesela çocukların ayrı odaları olduğunu öğrendim.
Biliyor musunuz “arka sıradakilerin” hiç odaları olmadı.
Hatta ben dahil pek çok “arka sıradaki”, geceleri yer yatağında uyurduk, yer sofrasında yemek yerdik. Masa ancak misafir gelince oturulan bir yerdi.
Hatta büyüdüğüm evde, gündüzleri oturma odası olan kısım, geceleri ben ve kardeşime yatak odası oluyordu.
Sonra büyüdük işte.
Bu “oda” mevzuu depreşti içimde. Kitaplığımın olduğu, kapısını kapayınca türlü düşler kuracağım bir oda istedim. Orada kitap okuyacak, yazı yazacak, ders yapacak, bilgi ve düşünce alemimi zenginleştirecektim.
Ama nerede “oda sahibi” olmak?
Ev küçücük, hep topu iki odası bir de koridoru var. Mutfak da bahçede zaten. Rahmetli babam mutfağın üzerine bir oda yaptırmak istedi bizim için. İşte “belediye” ile tanışmam o zamandı. Ben belediyeyi her gün çöpleri alan bir kurum olarak bildim. Çocukluğumda belediye başkanını sadece 9 Eylül'lerde gördüm uzaktan. Çünkü okulda “yavru kurttum” ve her 9 Eylül'de “Vali ve başkanın” önünden 'rap rap' yürürdük. O zamanlar belediye başkanları yanımıza gelmezdi.
İki dayım belediyede çalıştığı için kulağıma sürekli “belediye” geliyordu ama bu “belediye” nerededir, necidir, neler yapar, çocukları sever mi hiç öğrenemedim.
Ama en başında belediyeyi hiç sevmemiştim. Çünkü bu “belediye” benim “oda” isteğimi ret etmişti. Aslında doğru etmişti. Zira mutfağın damı yeni odayı taşımazdı. Babam da kaçak işleri hiç sevmezdi.
Olmadı. Annem hemen zekasını çalıştırdı. Koridorun en uç bölümünü perdeyle kapattı. Rahmetli marangoz eniştem bir kitaplık yaptı. Bir koltuk koyduk.
Uyumuyordum ama çalışıyordum.
Kapı yerine perdeyi çekiyordum.
Artık öyle ya da böyle bir “odam” olmuştu. Ankara'ya gidinceye kadar da hiç çıkmadım neredeyse “perde kapılı odamdan”.
Arka sıradaki” pek çok arkadaşımın odası olmadı.
Ama sokak arkadaşlıklarımız zirvedeydi. Kovboy da olduk, hırsız polis de, futbol da oynadık voleybol da, kendimizce tiyatro da kurduk mahalle savaşları da yaptık.
Biz mahallemizde dünyayı yaşıyorduk.
Babam, Kadifekale'ye çay içmeye götürürdü bazen. O yüksekten bakardık da görürdük denizi. Hem denizi görürdük hem fuarı hem de fuar ile denizin arasını. Atatürk'ün düşmanı “döktüğü” denize biz ulaşamıyorduk biliyor musunuz?
Arka sıradakilerin “denize ulaşması” zor ötesi bir şeydi.
Coşarsa babam, otobüs, minibüs neyse, İnciraltı'na gider, babam rakı balık, biz de “meysu balık” yapardık. Ama ne kadar uzun sürede gidiyorduk ki oraya, dönüşte kardeşim hep uyurdu.
Arka sıradakiler” diyoruz ya?
Peki “ön sıradakiler” neydi?
Onlar da “çocuk” değil miydi?
Arka” ya da “ön” fark eder mi çocuk için?
Birbirlerini görmüyorlardı ki tanısınlar, fark neyse çıksın ortaya.
Okullar farklıydı, yollar farklıydı.
Belki de belediye de devlet de “arkayı” boş vermişti de “öne” ne vermişti?
Hiç bilememiştik biz.
Kış gelince asıl dert başlıyordu “arka sıradakiler” için.
Babalarda gelir hep yetersizdi. Okullar uzun yürüme mesafesindeydi. Giyecek alınacaktı en kalınından. Giyecek neyse de, yolları kötüydü okula giderken. Çok yağan yağmurda, sabah okula giderken ayakları ıslatmamaya çalışırdık. Hızlı hızlı gider, eğer yanıyorsa okulun sobalarında kuruturduk üstümüzü başımızı. Ama eğer dönerken bastırmışsa yağmur, tam bir riskti bizim için. Yokuş yukarı çıkarken o azgın yağmur suları ister istemez ayakkabıların içine girerdi. Bazen de o yorgun yollarda çukurları görmez, düşer, pantolonu yırtardık. Ama hiç yalnız olmazdık. Mutlaka üç beş arkadaş birlikte gider gelirdik.
Ne yetenekli arkadaşlarımız vardı. Vardı da kim duyardı ki “yetenekleri”?
Sanki gizli bir ek ikiye ayırmıştı İzmir'i “bir vakitler”...
Bu “vakitlerin” ne olduğunu, yaş 40'a gelince gördüm de, o “iki İzmir” muhabbeti hiç bitmedi.
Ön sıradakilerin” kabahatlerini çocuklarına asla yüklemem.
Ama İzmir'de “Mahallat-ı Gureba” nereye denirdi, sorarım size.
Asırlardır salgın hastalıktan, pislikten, açlıktan kimler öldü de sessizce gömüldü? “Arka sıradakilerin” çocukları, Saat Kulesi önünde gevrek satarken, bu gevrekleri kimler aldı da yedi?
Kimse kafasına göre “ön, arka” demesin İzmir'e.
Bu ciddi bir konu ve ciddi bir sorun.
Bu sorunu da önce belediye çözecek.
Bunun da ciddi ipuçları var. Çünkü Başkan Tunç Soyer, gerçek adımlar atıyor. Belli ki yıllardır bu “ayrımı” çalışmış. Geçen gün benim büyüdüğüm mahallelerden çocukları almış Başkan, İzmir Büyükşehir Belediyesi Gençlik ve Spor Kulübü’ne de vermiş talimatı. Ve o güzel yüzlü bizim çocuklarımız hem denizle, hem de kanoyla tanışmış.
Ne güzel değil mi? 100 yıl önce müslümanlar kıyıya gelip de, denize girip de, kayık mayık bilmez mi? “Ayıp, günah” derlermiş. Altay kurulmuş da, gençlerimiz şortla futbolu öğrenmiş. Takıp kurup kayık yarışlarına katılmış. Ama araya giren acı yıllar, “arka sıradakileri” daha arkaya atmış.



Yıl 2019 ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer “Olmaz öyle şey” demiş. Tutmuş ellerinden çocuklarımızın “haydi bakalım, deniz kenti İzmir'de, ayağı denize girmemiş kimse kalmayacak” diyerek, önce çocukları bindirmiş kanolara. Helal olsun eğitmenlere, belediyeye en çok da yüreğiyle başkanlık yapan Tunç Soyer'e. Ne demiş Başkan?
Diliyorum ki, denizi yelkeni çok kısa zamanda sevdiklerini söyleyen bu çocuklarımız, çok iyi bir sporcu veya mahalledeki arkadaşlarını bu sporu öğretecek iyi bir eğitmen olacak. İnciraltı’nda yaratılan müthiş sinerjinin daha da büyütüleceğine inanıyorum. Çocuklar bana çok eğlendiklerini söylediler. Beni de çok mutlu ettiler.”



Ben de çok mutlu oldum.
Umudum arttı.
Çünkü “O İzmir'i” biliyorum, yaşıyorum, duyuyor, dokunuyor ve görüyorum. Masa başında “arka sıradakiler” diye yazmıyorum.
Arkadan öne” gelip “arkasını” unutanların egemenliklerinin biteceği günler de gelecek. Bugün deniz yarın üretim ve İzmir'in eski, unutulmuş, unutturulmuş birlikteliği yeniden kurulacak.
Çünkü artık ne Reji var ne de kolcular.
Artık istek var, irade var.
İzmir yeniden “çok renk, çok nefes, çok ses” güzelliğini yaşayacak. Çünkü renk, nefes ve sesin de ortak olduğu o kadar çok gerçek var ki.







İÇİME SİNMİYOR, RAHAT DEĞİLİM!

  Bir ay sonra bugün “her şey bitmiş” olacak… Kim “Cumhurbaşkanı” kimler “milletvekili” öğreneceğiz. 14 Mayıs Pazar günü de umarım “demokr...