Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

1 Haziran 2013 Cumartesi

O “İKİ AĞAÇ” VAR YA…

Neden böyle oluyor, neden? 
Diyalogsuzluk, saltanat hırsı, kibir, şiddet, öfke, rant hedefli çakma demokratlık...
Türkiye şu 10 yıldır neler yaşadı, daha neler yaşayacak?
Korkuya, baskıya, deformasyona dayalı bir “demokrasi” olabilir mi?
“Birlikte yaşamak” derken aynı zamanda “kökten ayrışma” nasıl becerilebiliyor?
Neden sürekli “karşıtlık” sürekli “intikam alma hırsı”?
Hele o büyük cehaletin, kıblesi para olan birkaç Bizans medyacısı tarafından istismarı?
Hani “bir” ve “birlikte” olacaktık?
Birikti…
Birikti…
Birikti…
Ve patladı işte!
Bugünü “tahmin” edemeyene gerçekten acıyorum.
Hele “iki ağaç için” laflarıyla bu büyük ve onurlu tepkiyi “başkalaştırmaya” çalışanlara daha çok acıyorum.



Mesele “iki ağaç” sanıyorlar ya?
Yazık vallahi… Mesele “iki ağaç” olsa bile, o “iki ağacın” yerine sadece “kara rant” için dikilecek, kahrolası ne varsa tepki gösterilmesi şarttır! İnsanlık gereğidir bu dünyada en az “insan” kadar yaşama hakkı olan “ağaçlar” için mücadele etmek.
Peygamberimiz bile buyurmuş “kıyamet başladığında bile elinde fidan olan diksin” diye…
Hem Hazreti Peygamber için cicili biçili geceler, toplantılar düzenleyeceksin hem de o büyük insanın böylesine önemsediği bir olayı “yok” sayacaksın…
Bu nasıl bir inançtır ya hu?



Geçtim…
İki ağaçla bir lüks apartman ya da bir AVM nasıl mukayese edilebilir?
Ağaçları kesmek, denizleri nehirleri mahvetmek, ormanları yok etmek, dünyanın “kaçtığı” ne kadar zararlı şey varsa kabullenmek nedir, söyleyin?
Taksim Gezi Parkı için “tepki” gösteren yurttaşları, bu yurttaşlara destek olanları top yekûn “karalamak” demokrasinin hangi kuralıdır?



AKP neden kendi gibi düşünmeyenleri, eleştirenleri “ötekileştirmeye” marjinal zararlılar gibi göstermeye uğraşıyor? Neden şöyle bir “kahve içimi” bile olsa dinlemeye, anlamaya zorlamıyor kendini?
Türkiye’de keyfe keder yıkılan, otel olan, bilmem ne olan onca tarihi bina varken, Gazi Paşa’nın o güzelim gemisinin “fuhuş hane” haberleri zırt pırt yayınlanırken, nedir bu “topçu kışlası” ısrarı?
“1860- 1870’li yıllarda en parlak dönemini geçiren kışla 31 Mart isyanının da başlangıç noktası olmuştu. Taksim Topçu kışlasında bulunan Avcı taburuna bağlı askerler 12-13 Nisan 1909 tarihinde başlarındaki subaylara karşı ayaklanarak onları tutukladılar. Buradan çıkan askerler büyük bir halk kalabalığının da desteğiyle Meclis-i Mebusan’a doğru yol aldılar. Taksim Topçu kışlasından başlayıp Meclisi Mebusan’ın önünde devam eden isyan hareketi Hareket Ordusunun İstanbul’a gelmesiyle farklı bir boyuta ulaştı. Sultan II. Abdülhamit’in ‘çatışma olmasın’ emrine karşın Avcı taburları ile Hareket Ordusu arasında çatışma yaşandı. Bu çatışmaların en şiddetli yaşandığı yerlerden biri olan Taksim Topçu kışlası da ciddi tahribata uğradı.”  
Lakin mesele Osmanlı eserleri falan değil…
Osmanlı vurgusu altında dehşet bir “vahşi kapitalizm” hırsı var. Tarihi “topçu kışlasını” otel, AVM ya da bilmem ne edecekler değil mi?
Ve bu uğurda da gencin, yaşlının, zenginin fakirin nefes alma doğallığını yok edecekler!
Bugün Taksim yarın İzmir Fuar alanı olur mu diye düşünmüyor değilim.
Çünkü “çakma çevrecilik” artık ciddi olarak göze batıyor.
Karaburun ve Çeşme’de “RES (rüzgâr enerji santrali)” katliamları, balık çiftliği dayatmaları, Seferihisar’da orkinos dayatması, Tahtalı Baraj havzasında kaçak yapılaşmalar, Konak Tüneli’nin tehdidi.
Tarihe ve tarihsel mirasa “çanak çömlek” diye bakanların, heykeli “ucube” diye aşağılayanların zihniyetinde elbette “iki ağaç” AVM betonundan daha önemli değildir. Lakin burada hemen söylemeliyiz ki, Taksim Gezi Parkı tepkisi “bastırılsa” bile, AKP’nin karşısında, ona oy vermemiş kesimlerin “nasıl birlikte” olabileceklerinin ispatıdır.
Kim nasıl üzerine alınırsa alınsın, fakat Başbakan Erdoğan’ın artık ciddi olarak “dinlemesinde “fayda var. Ecnebi medyasında yapılan “Mısır Tahrir” hatırlatmaları ciddidir. Demokratik yöntemlerle iktidar olanların, zaman içinde “havaya” girip “en ben Sezar” moduna bürünmeleri ne talihsizlik. Başbakanın her tartışmada “en ben, benden başka iyi düşünen yok, olamaz” yaklaşımı da Türkiye için büyük talihsizlik. Son üç beş yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nin adeta “genleriyle” uğraşmaları, en sonunda da “iki ayyaş” kelamı ve bu kelama yapılan “nahoş açıklamaların” neticesi de “yollar” Taksin Gezi Parkı’na çıktı.
Ya polis?
Bizim polisimiz mi gerçekten?
Bizim polisimize “emir” verenler, “gaz sıkın, yere düşmüşü dipçikleyin” diyenler kimler?
Bizim polisimiz hiç mi tarih bilmez ya da tarihi ne zanneder acaba?
Tarihimizde hangi savaşta “yere düşene, aman diyene, silahsıza” vurmak var?
Kime yaranmaya ve sonuçta ne elde etmeye çalışıyor acaba polisimizi canavarlaştıranlar?



Ya Başbakan?
Orada yerlerde sürüklenen insanlar onun yurttaşı değil mi? Bir kahrolası AVM’ni destekleyeceğine, mahkemenin aldığı “yürütmeyi durdurma kararına” karşı “itiraz var ama” diyeceğine, bu yükselen tansiyonu indirmeye çalışsa güzel olmaz mıydı?
İstanbul’dan İzmir’e her yerde ve büyük bir “beraberlik” adına gösterilen tepkiye “terör” yaklaşımı ancak ve ancak “insanlık ideallerine” ihanettir!
Umuyorum ki devrimciyle ülkücünün, Türk ile Kürt’ün, Alevi ile Sünni’nin o “iki ağacı” kolkola savunmasını “Ergenekon’a” bağlamasınlar!
Taksim Gezi Parkı direnişi “kendiliğinden” başladı.
Önce BDP’li vekiller sonra CHP ve diğerleri…
Ama “birlik” kenetlenerek devam etti. Türlü sansürlere karşı çeşitli fotoğraf ve videolarla “gerçeği” takip ediyoruz.
Bu olaylardan “ders alması” gerekenler alırsa, demokrasi yolunda gerçek ve tartışmasız bir adım adılmış olur. Çakma ayrışmaların Taksim’de nasıl geçersizleştiğini gördük.
O “iki ağaç” öylesine güzel bir başlangıca neden oldu ki…

Bundan sonra Türkiye “o iki ağaca sahip çıkıldığı” günden bir önceki gündeki Türkiye olmayacak…


İÇİME SİNMİYOR, RAHAT DEĞİLİM!

  Bir ay sonra bugün “her şey bitmiş” olacak… Kim “Cumhurbaşkanı” kimler “milletvekili” öğreneceğiz. 14 Mayıs Pazar günü de umarım “demokr...