Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Temmuz 2012 Pazar

9 Eylül’ü destekliyorum…


İzmir Gazeteciler Cemiyeti “gazete” yayımlamaya karar vermiş…
Tıpkı bazı diğer kentlerde olduğu gibi İzmir’de de günlük bir gazete “9 Eylül” adıyla önümüzdeki günlerde yayın hayatına girecekmiş. Doğrudan bilgim olmadığından böyle yazıyorum. Ama Başkan Atilla Sertel’in yıllar önce yayınladığı “Söz” gazetesini düşününce de ortaya okunacak bir gazetenin geldiğini hissediyorum.
Yayınlanınca göreceğiz…
Lakin kulağıma öyle ilginç şeyler geldi ki bu konuda bir şeyler yazma kararını verdim. Nasılsa İzmir’in “kaymak efendilerinin” selam verince bile kızdığı biriyim çok şükür… Yani yine kızacaklar ve yine “dondurma” önereceğim…
Daha ilk sayı yayınlanmadan tepkiler çıktı…
Neresinden bakarsanız bakın “gazetecilik” mesleğiyle değil “basın ilan parası payı” temelli eleştirilerdi bunlar…
Olabilir, saygı duyarım.
Ama bu gazeteyle birlikte “İzmir Basını” tartışmasını da açmak lazım artık!..
Ben de fiili olarak gazetecilik yapıyorum ve başka bir işim de yok…
Sabah 10’ndan akşamüzeri 17’ye kadar çeşitli yerlerde sürekli irtibat içindeyim. Bazen esnaf bazen sokak bazen otobüs ve metro…
Allah aşkına İzmir’de gazete sahipleri veya temsilcileri bir gün biniverseler ya otobüse…
Bakalım kaç İzmir gazetesi kaç kişinin elinde?
Neden nüfusla ters orantılı okunma?
Neden “çok okunduğunu” veya “satıldığını” iddia edenler araştırmıyor?
Çok satılanlar küçük ilanlar yüzünden olabilir mi?
Hiç bana kızmasınlar ben sadece buyurun araştırın diyorum…
İzmir’den yayın yapan internet siteleri günlük gazetelerden daha çok okunuyor. Çünkü daha özgürler…
Bakın ne gözlüyorum sabahları.
Vatandaş eğer kupon alıyorsa o gazeteyi istiyor bayiden. Sonra da tezgaha bakıyor. Eğer kendi sorununu manşet yapan varsa alıyor, yoksa almıyor. İşte örnek, inanmayan araştırsın.
Şu anda Üçyol Üçkuyular arasındaki metro inşaatının rahatsızlığı neredeyse unutuldu oradaki halk tarafından, çünkü daha belalı rahatsızlık var. Kaldırımcı şirketin saygısızca ve plansız yaptığı iş İnönü Caddesi yurttaşlarını çileden çıkarmış. Gördükleri hakaretler çaresizliklerine çaresizlik ekliyor. Yurttaş sesini duyurmak istiyor ama kimse yok…
“Milletin müşterek sesi” olması beklenen basın ise daha çok “şirket sahibi” tarafında.
Yalan mı Allah aşkına?
İzmir’de belediye ağzıyla, işadamı ağzıyla, zengin gözlüğüyle gazetecilik ancak klimalı ofislerin ve makamların sehpa süsü oluyor.  
Gazete sahipleri İGC gazetesine karşı olmadan bir aynaya baksalar da gazeteleri kaç satıyor, yurttaş neden okumuyor diye araştırsalar hoş olmaz mı? İşadamı isteğiyle hayatı kararan gazetecilerin ahı tutmuş olabilir mi acaba?
İGC’nin gazetesini önemsiyorum…
Umarım İzmir’deki “basın işleyiş hatalarını” dikkate alacaklardır. Bu yolda türlü zamanlarda türlü bedeller ödeyen Atilla Sertel’e ben güveniyorum. İzmir’de “milletin sesi” olacak bir medya anlayışına korkunç düzeyde ihtiyaç var. Bunu bizzat ve yaşayarak biliyorum. Benim umudum 9 Eylül Gazetesi bu ihtiyacı tetiklesin… Haberin tarafsız, yorumun hür ve güvenli olduğu bir medya sadece güzel günlerin umudu olur çünkü.
Aslında İzmir’deki tüm gazeteler bir araya gelip platform oluştursalar ve sabırla birbirlerini hatta çalışanlarını dinleseler ne güzel olur.
9 Eylül Gazetesi’ni heyecanla ve merakla bekliyorum. İnşallah hayal kırıklığı da yaşamayacağız çünkü çıkacak gazete tüm Cemiyetin gazetesi olacak. Atilla Sertel’in de önemle işaret ettiği bu olsa gerek…
Yayın hayatında şimdiden başarılar…

Yeşildere’deki hüzün…

Konak Belediye Başkanı Ahmet Sarışın’ken yapılmıştı o anlamlı anıt…
Sonra yıllar geçti…
Konak Tüneli şantiye alanında kaldı…
Ve hali şimdi perperişan…
Karayolları, Büyükşehir Belediyesi’ne nice zaman yazmış. Belediye bazı parçaları almış “deposuna” koymuş… Belediye deposu ünlüdür ha! O nasıl bir depoysa Başkan Piriştina döneminde de Fuar’daki ünlü Türk büyüklerinin büstleri “o depoya tıkılmıştı”…
10 gün kadar önce fark ettim. Sabah yayınında ve Facebook’ta ilan ettim. Sonra Ege Telgraf Gazetesi’nden Ahmet Buğra Tokmakoğlu kardeşimle EGE TV’den Bora Şengören ve Serkan Rençber el attılar.
Ne güzel… İşte olması gereken basın birlikteliği…
Büyükşehir Belediyesi susuyor…
Boşnak şehitler için birden bire ve bunca yıl sonra “ayaklananlar” susuyor…
Herkes susuyor…
İzmirli şehit evlatların anıtlarına sahip çıkacak bir ilçe aranıyor…
Ben Karayolları Müdürlüğü’nün yerinde olsaydım, üstlenirdim bu anıtı. Bakan Binali Yıldırım’ın ve Başkan Aziz Kocaoğlu’nun bu rezillikten haberleri yok eminim. Hatta ilçe belediye başkanlarının da… Vali Kıraç’ın da… O bölgeden “çevrelerine” bakmadan geçtikleri ve her bilgiyi çevrelerindekilerden aldıklarından bilmiyorlardır İzmir şehitlerinin mahzunluklarını. Bilseler mutlaka el atarlar. Karşıyaka, Konak, Bayraklı, Buca, Balçova, Narlıdere falan hepsi ister bu anıtı, biliyorum.
Onca söyledik… EGE TV söyledi… Ege Telgraf yazdı… Ege’nin Sesi yazdı…
Birinin aklına gelip de o anıtın halini örtmek kimsenin aklına gelmedi…
Kahpe teröristler umarım ki halimize gülmüyorlardır vesselam!

Mağrur olmayın efendiler!

Öyle anlatırlar ben de anlatıldığı gibi yazayım, II. Mahmut bir Cuma selamlığında, “padişahım çok yaşa” diye bağıranların arasından cılız da olsa bir ses duyar “mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!”
II. Mahmut “mağrur” bir padişah mıydı bilmiyorum.
Kibirli biri miydi hiç bilmiyorum. Onu bire bir tanıyanların tamamı artık toprak olduğundan bu soruların cevabını hiçbir zaman da öğrenemeyeceğiz. Fakat yine de II. Mahmut’un bir “padişah” yani “mutlak” hükümdar, denetime kapalı, eleştirilemez bir zirve adamı olduğunu düşünecek olursak olası “mağruriyetini de” bir yere kadar kabul edebiliriz. Anlatılan eğer doğruysa da, demek ki gözle görülen bir kibir ve mağruriyet içindeymiş ki “halktan biri” Cuma selamlığında böyle bağırmak zorunda kalmış.
Osmanlı devri kapandı gitti…
1923’de Cumhuriyet olduk…
Mustafa Kemal’in “reis-i cumhur” olarak köşkten ikide bir kaçıp, köşk çevresindeki köylü vatandaşlarla birlikte olduğunu dikkate alırsak Cumhuriyet’in ilk reisi için de “mağrur” ve “kibirli” diyemeyiz…
Lakin Mustafa Kemal’den sonrakiler için tartışabilirim…
Üst makamlardakilerin “mağrur ve kibirli” olmalarını demokratik cumhuriyete rağmen kabullenebilir miyiz?
Asla… Cumhuriyeti kuranın mağrur ve kibirli olmadığını bilerek nasıl ondan sonrakileri kabullenebiliriz ki?
Peki atanmış ya da seçilmiş “kibirli mağrurlar” yanında şah, şöhret, para üstünlüğüne dayanarak “mağrur ve kibirli” olanlara ne demeliyiz?
Arsız…
Yüzsüz…
Kendini beğenmiş…
Ukala…
Zibidi…
Yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmiyor…
Deriz de deriz…
Lakin “mağrur ve kibirli” atandığı veya seçildiği yerden “ininceye” kadar pek kulak asmaz bu söylenenlere. Duyduğu halde, o kibrin sağladığı şeytani güce aptalca sarıldığından “ineceği” günü de aklına getirmez…
Çevresindeki kemikçi dalkavukların “canım cicim” söylemleriyle de büyülendiğinden kulak tıkar, hatta “mağrur ve kibirli” olduğunu söyleyenleri aklınca “kara listeye” bile alıverir…
2009 yerel seçimleri sonrası İzmir’e de böyle bir hava sirayet etti…
Bir “efendi” kesimin yarattığı bu hava ne yazık ki burnunun ucunu değerlendirmekten aciz kıldı bazı belediye başkanlarını, müdürleri falan… Allah cümlesini ıslah etsinde etmesine, inşallah anlamadıkları “nasihatleri” bir musibetle öğrenmezler…
Özellikle bazı ilçe belediye başkanlarının içine düştükleri “kibir” hem kendilerine hem de mensup oldukları partilerine büyük zarar veriyor. Masa başından kalkmayan bir takım dostlarının “canım başkanım siz aldırmayın halk sizi çok seviyor, hatta sizi büyükşehir belediye başkanı görmek istiyor” yalanlarına uyduklarını da öğrendikçe üzülüyorum. Sokağa ve halka kulak tıkayan, serzenişleri duymayan, sorunları anlamayan, dertleri halının altına süpürenler o kibirleriyle sadece “sonlarını” nahoş bir hale getiriyorlar…
İstemezdim böyle yazmak ama ne yazık ki zorunluyum artık…
Peki, son söz ne yazayım? “Mağrur olmayın efendiler sizden büyük MİLLET var!”

Şimdilik iyiyim…

Onca telefon, e-posta, mesaj, sorgu sual... “neyin var Hasan Tahsin?”
Bilmiyorum…
Duvarı nem, insanı gam misali benimkisi…
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim edebiyatının son mısrası benimkisi…
Yaş ilerliyor, arızalar çıkmaya başladı. 
Tetkikler, tahliller, haplar, ilaçlar…
Bazen kötüyüm, bazen iyi…
Bazen çıkamıyorum yayına… O isimlerini bile bilmediğim yüzlerce can…
TV’nu arıyor, Zeynep kardeşimi bunaltıyor.
Dedim ya, bir şey bilmiyorum. Kötü bir sonuç da çıkabilir, bir şey de çıkmayabilir. Lakin doktorların müştereken söylediği “belliydi bu kadar sinir stres…”
E ne yapayım?
Hayatım bazılarının gördüğü ve uydurduğu gibi değil ki?
Ama sonuç ne olursa olsun yazacağım, söz…
Dualarınıza, dileklerinize, ilginize minnettarım.

İÇİME SİNMİYOR, RAHAT DEĞİLİM!

  Bir ay sonra bugün “her şey bitmiş” olacak… Kim “Cumhurbaşkanı” kimler “milletvekili” öğreneceğiz. 14 Mayıs Pazar günü de umarım “demokr...