Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Şubat 2015 Pazar

BİR DE BENDEN OKUYUN “O HAFTAYI”!...

2002 ile 2006 arasında kesintisiz sabah yayınlarımda söylediklerim, Haber Ekspres ve Yenigün’de yazdıklarım hala hafızamda ve yazdığım söylediğim hiçbir şeyi “inkâr” etmiyorum…
Sormadan “karar verenleri” zaten ciddiye almıyorum da, “dostum” ya da “arkadaşım” diyenlerin, bir küçük “neden” bile demeden, makineli tüfek gibi ve çoğunlukla da “arkamdan” yargılamalarında inanamıyorum…
17 Ağustos’ta Aya Vukla’da yapılan Ortodoks ayininde de, 5 – 9 Şubat arası İzmir’i ziyaret eden Ortodoks Patriği’nin programında da yer aldım…
İnanarak ve bir an bile pişman olmadan yer aldım…




4 Kasım’da İstanbul’da Patrik ile yaptığım neredeyse beş saatlik görüşmede de, inandığımı istediğim gibi söyledim, hatta ekranda yaptıklarımı, köşelerimde yazdıklarımı da bizzat anlattım…
Patriğin gösterdiği samimiyeti nasıl anlatayım ki?



Konuşmadan, tartışmadan “yargıda” bulunduğuma mı yanayım, yoksa “acıların” her dönem ve devirde “ortak” olduğuna yapmamız gereken vurguyu mu savunayım?
1919’un 15 Mayısında neler yaşadığını unutabilir miyim ben?
1922’nin 9 Eylül coşkusunu mu “yok” sayayım?
Mümkün mü?
Bana ne dönemin riyakârların pirim yaptığı dönem oluşundan?
Bana ne çıkarcılık adına en yüze değerlerin bile ucuz Pazar tezgâhına düşürüldüğünden?
Birisini bir zamanlar “Yiğit” sayanlar düşünsün, ben hiç saymadım ki?
Ne “Yiğitlerin” ne çıkarlar karşılığı nerelere geldiğini görmüyorum mu?
Ya İzmir?
Ben Diyarbakır’a gittiğim için eleştiren bazı dostların, aylar sonra belediye başkanı elinden plaket aldığına mı takılayım?
Herkes kendi “doğrusunu” yaşar…
Patriğin İzmir ziyaretinin, geleceğe sağlayacağı büyük insani yararları görmüyorsa birileri, ben ne yapayım? Sormuyorlar ki anlatayım?





Geçmişinden korkan, kaçan, utanan biri değilim ki?
Geçmişinden kim korkuyorsa onlar düşünsün…
Dünyada “din adına” türlü cinayetlerin işlendiğini yaşamıyor muyuz?
Bir Müslüman olarak, inandığım dinin bunca katliama referans yapılmaya çalışılmasının arkasında ne var acaba?
Peki…
Ben sizi 1919 şartlarında götürsem?
1919 ile 1922 arasında İzmir doğru düzgün masaya yatırılmış mı?
Neden bu kirli ve kanlı savaşın sadece iki mağduru olmuş?
İzmir’de Levantenler, Katolikler, Museviler de yaşarken, neden “fatura” sadece Müslümanlara ve Ortodokslara çıkarılmış?
Çok konuşulacak konu var çoook? Ama konuşamıyoruz ki…
Türkiye ile Yunanistan arasında, aslında tabanda dostluklar yaşanırken neden tavanda “devletlerarası dostluk” oluşmuyor? Acaba Türkiye ve Yunanistan arasında ekonomik, sosyal, siyasal birlikteliklerin olacak olması dünyada “birilerini mi” rahatsız ediyor?
Aslında Patriğin gelişiyle keşke bu meraklar başlasaydı…
Mesela “Türk – Yunan İlişkilerinde İngiliz etkisi” gibi bir başlıkla da sempozyum yapılabilseydi? Mesela işgal öncesi ve sırası ABD Konsolosluk faaliyetleri de masaya serilebilseydi… Ya da İşgal sonrası İzmir’deki bazı gayrimenkullerin el değiştirmesine mercek tutulabilseydi…
Mümkün mü?
Asla… En azından şimdilik…
REJİ denen kanlı örgütün Ege’de kıydığı zavallı köylülerin kimler olduğu hiç merak mı edildi? Biz Alsancak’taki eski Tekel binalarını REJİ adıyla güya “kültür merkezi” yapmak isteyenlerden bile özeleştiri istemedik ki?
Biz Yunanistan düşmanı” olarak büyütüldük ama Atatürkçüyüz, öyle mi?
Atatürk’ün “barış anlayışını bile” anlayamayan Atatürkçüyüz biz…
Yunanlar da “Türkiye Düşmanı” olarak büyütüldü, yalan mı?
Ben “tartışma” olanağı buldum…
Neyse… Sorulacak çok soru var hem İzmir’de hem Atina’da…
Ama önyargıları kıracağız, kırmalıyız önce…
Tamamen insanca bakarsak yaşama, insanlığın o yüze erdemlerinin nasıl ortak olduğunu da anlarız.
“Patriğin burada ne işi var” diyenlere güldüm ben mesela…
Adam Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı…
Üstelik askerliğin de, öyle kısa dönem, parayla falan değii tam yapmış…
Üstelik TSK ona “maaş mutemetliği görevi” vermiş.
Gaziemir’den Gelibolu’ya giden bir askerlik serüveni var…
Hatta bir asker arkadaşı da, elinde baklavasıyla görmeye geldi onu.
Evet ben Aya Vukla’nın “kültür merkezi” olarak kullanılmasından yanaydım…
Neden?
Doğru muydu?
Yunanistan’da, adalarda, Selanik’te birden bire başlayan Osmanlı eserlerinin tamiratının ardında ne var?
Ben yanlış düşündüm ve şimdi doğruların peşindeyim sorarak, araştırarak, tartışarak…



Yıllardır “inanç turizmi” diye bağırıp çağıran, sağa sola çemkirenlerin yıllardır yapamadığını bir anda gerçekleştiriverdi İzmir… Ama bu bir haftalık süreç kolay olmadı. Taş uzaktan gelmez mantığıyla, bu ziyareti önemseyen hepimiz “taşlandık”… Hem de hiç ummadığımız dostlarımızca…
Unutamam o acıyarak okuduğum sosyal medya mesajlarını…
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun, İzmir Valisi Mustafa Toprak’ın, Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş’ın, Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur’un, Bornova Belediye Başkanı Olgun Atilla’nın, Selçuk Belediye Başkanı Zeynel Bakıcı’nın, İzmir Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya’nın, İzmir Kültür Müdürü Abdülaziz Ediz’in, İzmir İl Müftüsü Ramazan Muslu’nun, İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş’ın ve tüm kadrolarının vatanperver bir şekilde, bu toprakların dünyaca ünlü “konukseverliğini” nasıl yaşama geçirdiğini mutlaka İzmir’in bilmesi gerekiyor. Çünkü bu ortamlarda ne ticaret, ne kâr, ne siyaset hiç olmadı.
Sadece “insanlığın yüce değerlerine” can suyu verildi…






Egede Son Söz haber portalında Teodora Hacudi ayrıntıları tek tek yazmış.
Öyle ayrıntılar var ki… Merak edip de izlenseydi, her biri uluslararası “haber” olurdu…
Lakin Allahtan Yunan medyası temsilcileri adım adım takip etti…
Patriğin her ziyaret ettiği yerde yaptığı konuşmalarda hep Anadolu vardı… Anadolu’nun bilgeleri, yüce kişileri… Bir zavallı cahilin telefonda bana söylediği gibi “Hristiyanlık propagandası” yapmadı Patrik… Ya da bir başka zavallının dediği gibi “bölücülük de” yapmadı… Patrik İzmir’den dünyaya “insani birliktelik” tavsiye etti… Ne Müslümanı ne Musevi’yi düşürmedi, yüceltti…           
Patriğin İzmir ziyareti sonrası, İzmir’in geleceği adına değerlendirmeler yapılmalıydı, yapılmıyor şimdilik… Ama şu kadarını söyleyim.
İzmir ne yazık ki “çalışmaktan” çok “konuşmayı” maharet sayanların baskısı altında! Yetki ve mühür sahipleri ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, kentin dinamiklerinin öncelikle “özeleştiriye” ihtiyaçları var.
Konuşacak… Yazacak… Tartışacak çok, ama hepsi de bilgi ve gözlem temelli olmalı. Gelmeden, gelmemek için baha üreterek, katılmadan, katılanları imayla zan altında bırakarak kent sevgisi olmaz.
Sadece bloğumda yazıyorum… Soracağınız ne varsa buyurun…
Ama lütfen önyargılarınıza teslim olmayın.
Patriğin her girdiği yerde, o yerin “seçilmişiyle” diktiği ağaçların tutması için dua ediyorum ben…



İzmir 5 – 9 Şubat arası çok güzel bir adım attı…
Kaybetmedi, kazandı.


İÇİME SİNMİYOR, RAHAT DEĞİLİM!

  Bir ay sonra bugün “her şey bitmiş” olacak… Kim “Cumhurbaşkanı” kimler “milletvekili” öğreneceğiz. 14 Mayıs Pazar günü de umarım “demokr...