Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Kasım 2017 Salı

O UNUTULMAMASI GEREKEN BİR İNSANDI!


Bugünlerde gündemde bazı isimler dolaşıyor.
Karşılıklı tartışmalar, bir ismin bir okula verilmesi, tabela asılıp indirilmesi… Kimler neyi amaçlıyor belli değil; ama, sanki 1918 yine geldi de İngiliz Muhipler Cemiyeti de hortlayıp, İngiliz çıkarları için kullanılan sözde din adamları, ortalarda fetvalar yayınlıyor sanki. Oysa biz “gerçekleri” unuttuğumuz için oluyor bu “dejavu” halleri…
Mustafa Sabri ya da Dürrizade bilmem kim? Ali Kemal ya da Sait Molla… Varsın yine sürsünler önümüze eski hainleri… Bizim hatırlamamız gereken kahramanlarımız, o hainlerden daha çok. İnanın daha çok. Yeter ki öğrenmek, tanımak isteyelim.
Benim yazacaklarımsa sadece hatırlatma ve bir hakkı teslimdir.
Aslında ne çok örnek insanımız, ulusal kahramanımız var tarihimizde.
Eminim çoğumuz ne kendisini biliyor ve hatırlıyoruz ne de yaşadığı yerleri, hatta kabrini biliyoruz.
Oysa hepsi yaşadı, örnek oldu ve göçtü bu dünyadan.
Hepsinin ayrı hikayesi; ama, ortak ve örnek yaşamları var mensup oldukları millete ve ayak bastıkları toprağa.
Tarihimizi biz yazmadık galiba… Özellikle de son iki yüz yılı… Yazanlarımız olduysa da ya bilerek eksik bıraktılar ya da “birileri” eksik bıraktırdı. Zaman içinde ya tesadüfen rastladık onlara ya da kader bir şekilde bir hatırasıyla karşımıza çıkardı.
İzmir…
Güzel İzmir… Türkiye’nin incisi, on binlerce yılın süzgecinden geçip onca acıyı ve katliamı yaşayıp serüvenini sürdürmüş İzmir…
Kimlere ev sahipliği yapmadı ki?
Kimler kimleri boğazladı İzmir’in topraklarında?
Ya depremler?
Hangi taşlar hangi başların üzerine yıkıldı?
İzmir’in eski kalmış sokaklarında dolaşırken, aslında eskimiş o duvarlara kulak verince duyabiliyoruz. İnanın duyabiliyoruz geçmişin haykırışlarını.
Yokuşlarında, dönemeçlerinde İzmir’in…
Kadifekale’den bakınca, ta Karşıyaka’ya doğru… Ne görebiliyoruz “düne” dair? Kaçımız neyi görüyor ve duyuyor? Oysa tepeden bakınca İzmir’e kalp gözü ve kulağı açık olanlar, bilgiyle beynini doldurup, inançla yüreğini süslemiş olanlar… Neler duyuyor neler…
Yıl 1919… Aylardan Mayıs… Günlerden Perşembe…
15 Mayıs 1919 Perşembe…
Sabah saatleri… İzmir’de hava serince. Lakin bu serinlik ve yer yer kararan bulutlar mevsimsel değil. İzmir’de ciddi bir sıkıntı var. Hani dedik ya tependen bakınca diye?
İşte o “tepeden bakılınca” görünen karanlık bir kasvet…
İzmir yine talihsiz bir günü yaşayacak, tepeden bakınca da belli oluyor.
Tarihsel ayrıntılar, kişiler, olaylar, yerleri yazmayacağım… Bize öğretilen tarihte onlar yeterince var. Her ne kadar “önem” sırasına dizmeyi bize bırakmadılarsa da sonuçta kahramanlar da hainler de bizden işte. Önemli olan mukayeseli öğrenebilme ve metodolojik yeteneğe sahip olabilme.
İzmir’in işgali aslında öyle bir çırpıda anlatılacak ve sadece birkaç kahramanın üzerinden anlaşılabilecek bir olay değil. Bu kara günün bir öncesi hatta hala bence büyük bir kısmı karanlıkta olan işgal ve kurtuluş sonrası var…
Neyse elbet bunlar da bir gün gelir çıkar ortaya. Kimler üzülür kimler sevinir bilemem. Lakin artık bu dünyadan göçmüş insanlara ve soylarına hakaret etmeden gerçekleri ortaya çıkarma da bir zorunluluktur.
Dedim ya, İzmir’in işgali öyle sabahtan akşama olan bitenin anlatılacağı bir olay değil. Bugünün öncesi var ki, işte o öncesinde artık unutulmuş ve her biri birer gerçek vatan sevdalısı insanların kaygıları, koşuşturmaları var. Ve bu çabaların bütününü sadece “İlk kurşunu atan Hasan Tahsin (Osman Nevres)’le” açıklamak bence büyük haksızlık. Hasan Tahsin ne kadar büyük bir kahraman ise tabanda vatan sevdasını yitirmeden çaba gösterenler de büyük ve hatırlanması gereken kahramanlardır.
Bir gün önceye gidelim…
14 Mayıs 1919 günü…
İzmir’de artık işgalin olacağı ve herkesin teslim olması, işgalciye biat etmesi gerektiği devlet tarafından da savunulduğu gün. Ancak hala işgalin olmayacağını, bunun yalan dolan olduğunu söyleyenler de var. Aya Fotini’deki “ayin arası kışkırtıcı” nutukların çekildiği, gayri Müslimlere alttan alttan bilgilerin gittiği aşikar da nedense İzmir’in Türk Müslüman yüzü, sürekli bir kandırmacayla avutulma derdinde…
Ancak 15 Mayıs’ın “kapkaranlık bir gün” olacağını kesin olarak öğrenenler, büyük bir çabayı da başlatmışlar 14 Mayıs’ta. İzmir’in merkezinde Maşatlık alanında bir “işgali ve ilhakı red” toplantısı yapmaya karar vermişler.

İzmir’in “devlet başı” Valisi artık “gerçeği” açıklayacaktır: İzmir İşgal edilecek!

İzmir’in Müftüsü Rahmetullah Çelebi Efendi. 


Rahmetullah Efendi’nin yaşam öyküsüne hızlıca baktığımızda şu bilgiler var: 1872 yılında İzmir'de doğmuş. İptida ve rüştiyeyi bitirmiş. 1900 yılında icazetname almış. İzmir Müftülüğü görevine 1908’de İzmir Vilayeti Müftü Vekili olarak başlamış ama 1910’dan sonra da asaleten bu göreve getirilmiş. 1916 ile 1919 yılları arasında Adalar Kazası Tahrirat Naipliği göreviyle bir süre İzmir'den ayrılmış. Hatta buna biraz da sürgün demek lazım. Çünkü 1919 yılında tekrar İzmir Müftülüğü görevine döndüğünde, 30 Mart 1919 tarihli Hukuk-u Beşer Gazetesi’nde “Rahmetullah Efendi vilayetimiz müftülüğüne tayin olunmuştur. Esbak Vali Rahmi Bey'in keyfî muamelesinden dolayı mukaddema azledilen Müftü Rahmetullah Efendi vilayetimiz müftülüğüne tayin olunmuştur” diye haber olmuştur ki bu gazetenin “Hasan Tahsin” Bey’in gazetesi olduğunu hatırlatmak isterim.
İşgal öncesinde İzmir’de Maşatlık alanında düzenlenen mitingde, vatan sevgisinin imandan olduğunu, haykıran Rahmetullah Efendi: “Kardeşlerim… Ciğerlerinizde bir soluk nefes kaldıkça, damarlarınızda bir damla kan kaldıkça, anavatanımızı düşmanlara teslim etmeyeceğinize Kur’an-ı Kerim’e el basarak benimle birlikte yemin edin…” şeklindeki sözlerle halkı direnişe çağırmış.
İşgal sırasında ise sadece İzmir Müslümanlarının can, ırz ve mal emniyetlerini düşünmüş, işgal yönetimiyle ilişkilerinde duruşunu hiç bozmadan dikkatli bir süreç yaşamış ama ulusal mücadeleye de çıkar beklemeden desteğini sürdürmüştür.
Osmanlı Devleti’nin son, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Müftüsü olan Rahmetullah Efendi, Gazi Mustafa Kemal’in de takdirini kazanmış. 29 Ocak 1923’te Atatürk’ün Latife Hanım’la nikâhlarını da kıymış olan Rahmetullah Efendi, vefat ettiği tarih olan 28 Ağustos 1944 tarihine kadar müftülük görevini sürdürmüş.
İzmir’in aydın din adamı Müftü Rahmetullah Çelebi Efendi, 72 yaşında 29 Ağustos 1944 tarihinde vefat etmiş ve aynı gün Kokluca Kabristanı’nda toprağa verilmiş. 1949 yılında da eşi İkbal Hanım vefat ederek, Müftü Bey’inin yanına defnedilmiş.
İzmir’in kurtuluş sürecinde her gününü vatanın bağımsızlığı için çabalayan bu kişiyi ne yazık ki zaman içinde unutmuşuz. Kabri de bu unutulmuşluğun izlerini an be an yaşamış işte.

KABRİN YENİLENME ÖYKÜSÜ

 2017 Şubat ayında, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nden sevgili bilim insanı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Mehmetefendioğlu ile bir sohbet sırasında, Rahmetullah Efendi’nin kabrinin halini öğrendim. Açıkçası bu kabrin nerede olduğunu bile bilmiyordum. Ertesi gün, İzmir Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Daire Başkanlığı Defin Hizmetleri Şube Müdürü Ümit Harite’den, mezarın tam yerini öğrendim ve aramaya gittim.
Açıkça söylemeliyim ki manzara dehşet vericiydi. Sanki İzmir yeniden işgal olmuş da işgalci güruh Müftü Efendi’den intikam almış gibiydi kabri… Yanındaki eşi Hanımefendinin de kabrinin hali aynıydı… Utanmıyorum dökülen gözyaşlarımı yazdığımdan, ama utanıyorum ki, yıllarca İzmir’de “Kuvva-yı Milliye ruhunu” yaşamak için uğraşan ben, neden o ana kadar bu hazin durumu tespit edemedim? Ne kadar kaldım mezarı başında hatırlamıyorum. Ne yaptığımı da hatırlamıyorum. Ama ister inanın ister inanmayın o gece düşümde de bir an gördüm Müftü Efendiyi… Lakin nasıl ve ne şekilde gördüm onu da hatırlamıyorum. 





Odama döndüğümde, derhal sevgili Başkanım Aziz Kocaoğlu’na yazmaya koyuldum. 
Tarih: 27 Şubat 2017.
Sayın Başkanım derhal talimatı vermiş yazımı okuduğunda. Genel Sekreter yardımcısı Aysel Özkan, Mezarlıklar Daire Başkanı Hülya Şahin, Defin Hizmetleri Şube Müdürü Ümit Harite ile neredeyse tüm daire çalışanları, büyük bir heyecan ile sıvadılar kollarını. Bende de öyle bir hal oldu ki, belki günde iki kez gidip bakıyordum. Kokluca Kabristan’ı görevlileri de ayrı bir heyecana kapıldılar, onların hassasiyetini yok sayamam. Çok çabuk yol alındı. İzmir’in bağımsızlık sürecine inancıyla, ruhuyla sahip çıkmış bu aydınlık insanın kabrinin de aydınlık olması için büyük çaba harcandı. Eminim Başkanım Aziz Kocaoğlu da sık sık “ne oluyor nasıl oluyor” diye sormuştur.








Ve kabir onarıldı…
1944’den sanırım 1964’e kadar elden geçmeyen, 1964’den 2017’ye kadar da unutulan bu kahraman din adamının kabri, şimdi adına layık bir hale getirildi. Eşi İkbal Hanım’la umarım ki daha rahat uyuyordur Müftü Efendi.





Bu kabri, yüreği vatan sevgisiyle çarpan her yurttaşın ziyaret etmesi gerekiyor bence. Çünkü Müftü Efendi’nin ailesi yok artık. Onun yaşayan ailesi neden bizler olmayalım?
Şimdi sıra diğer “sahipsiz” görünen kahramanların kabirlerinde…


Hasan Tahsin KOCABAŞ

2017/ İzmir




İÇİME SİNMİYOR, RAHAT DEĞİLİM!

  Bir ay sonra bugün “her şey bitmiş” olacak… Kim “Cumhurbaşkanı” kimler “milletvekili” öğreneceğiz. 14 Mayıs Pazar günü de umarım “demokr...