Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

12 Temmuz 2016 Salı

BAŞBAKAN "YÜZ YILLIK HESAP" DERKEN ?


Uzun zamandır "yazmak" istiyorum aslında...
Aslında yazacak da çok konu var, sabrediyorum... Taşın uzaktan gelmeyeceğini çok iyi anladığım bir ortamdayım. Sürekli "taş yiyorum" hem de "en yakınımda" dediğim yerlerden...
Eskisi kadar çok konuşmuyor, yazmıyorum...
Ama yazmamı engelleyen bir durum da yok... 
Bulunduğum pozisyon aslında mesleğimi de yapmamı sağlıyor ama, dedim ya "yakından yediğim taşlardan" darbeliyim...
Artık çoğu düşüncemi "not" alıyorum, paylaşmıyorum. 
Yüreğimde, beynimde kopan fırtınaları kimseler bilmiyor, bilmeyecek de... "Dostum, kardeşim, arkadaşım" diye bildiklerimin ne kadar bu bağlara sadık olduklarından artık emin de değilim...
Tek başınayım fikri alemimde... 
Bazen o fikirlerin beynimde sessizce çatışmasından, dayanılmaz baş ağrıları da çekiyorum... 
Not alıyor, düşünüyor ve bekliyorum...
Ama bazı konular var... 
O konularda çerden çöpten, ruhsuz ve ahlaksız yorumları dikkate almıyorum. Ama o "bazı konularda" bazı isimlerin yorumlarına takılıyorum... "Yok" diyorum... "Yok olmaz, bu sözlerin karşılık bulması lazım... Birileri yaşama sebebimiz olan tarihleri tahrip ederken de susamam ben" ...
İktidar güçleri inanılmaz bir inatla "tarihi yeniden yazma" gayretinde... 
Hem de ne yazma... 
Çanakkale Zaferi'ni parlatırken, İstiklal Harbi'ni neredeyse yok sayıyor... II. Abdülhamit'i parlatırken, İstiklal Harbi kadrosunu ve özellikle de lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü itibarsızlaştırmaya çalışıyor...
Çanakkale Zaferi'nden sonra düştüğümüz zilleti görmezden gelip, bugün Çanakkale Zaferi'ni anmamızı sağlayan 9 Eylül neredeyse iktidarın ajandasında silinmiş... Ne İktisat Kongresi, ne Lozan, ne Cumhuriyet'in ilk on yılındaki büyük hamleler hep yok ya da yeniden yazılmaya çalışılıyor.  
Üstelik ne bir tartışma, ne bir sorgulama, ne bir bilgi belge alışverişi olmadan, tüm "buyurulanlara" biat edilsin istiyorlar... 
Doğruyu sunduğunuzda küfür ediyorlar, hakaret ediyorlar, itham ediyorlar...
Ama yok... 
Benim "yuttaşlık" hakkım ve kimliğimin temeli İstiaklal Harbi'dir... 
O kadar da kolay savuşturamam ben, duymazdan göçrmezden gelemem... 
Ben görevimi yapmalıyım, mutlaka yazıp kaç kişi okursa okusun, bildiklerimizi hatırlatmalıyım. Bu ülkenin kimsenin, kimselerin babalarının çiftliği olamayacak kadar kutsal olduğunu hatırlatmalıyım...
Başbakan Binali Yıldırım, sadece kendi partidaşlarının bulunduğu bir toplantıda oldukça ilginç bir konuşma yapmış... Konuşmasında "hesabı sadece millete veririz" dediği için ve ben de "milletin sıradan bir ferdi" olduğum için inatla yazıyorum... Bunca yoğun olan Başbakanın, tutup da yazımı okuyup beni arayıp cevap vermesi mümkün değil, ama yazıp en azından dijital ortamdan tarihe not düşeceğim. Çünkü bu sözlere açıklık getirmesi zorunluk ötesi... Belki de bir tarihi fırsat....



Ne demiş Sayın Başbakan?
"... Türkiye zor bir çevrede. 100 yıldır ertelenen bir hesap var. Lozan ile ertelenen bir hesap var. O hesap tekrar karşımıza konmuştur. O hesap bu toprakların kaderini değiştirecek sinsi planların uygulamaya sokulacağı bir dönemden geçiyoruz..."
Lütfen bir kaç kez okuyalım...
Çünkü sadece bu satırlarda hem "doğrular" var hem de sanki "sinsi malum amaç"...
Cumhuriyeti eritme...
1919 – 2002 arasını yok sayma...
Tarihi yeniden yazma...
"Tek partili" yıllara öfke duyarken, "yeni tek parti düzeni liderlerinden" olduğunu unutturma çabası....
Peki bu sözler sadece alkışlanır veya sadece tepki mi çekmeli?
Hayır... 
Israrla tartışmaktan yanayım... 
Trollerinin yaptığı gibi, adımı gizleyim "küfür, tehdit, itham" olmaz bende... Ben biat da etmem... Çünkü "fikrim hür vicdanım hür irfanım hür" benim...
Geçelim...
Ne diyor Başbakan? "100 yıldır ertelenen bir hesap var. Lozan ile ertelenen bir hesap var".
100 yıl dediğimiz 2016'dan 1916'ya isabet eder...
Lozan ise 1923... Yani Başbakanın ifade ettiği bir 1916 ve civarı bir de 1923...
Ve bir "hesap...
Neden sürekli olarak hedefte 1920'li yıllar var?




Neden 1916? Ya da civarı?
Neden iktidar güçleri 16 Ağustos 1838'de İngiltere ile imzalanan "Balta Limanı Antlaşmasını" konu etmez? Neden 1839 Tanzimat ve sonuçlarından bahsetmez? Neden Tanzimattan sonra Anadolu'yu vampir gibi emen Reji'li Düyun-u Umumiye'li yılları açmaz? Neden sürekli olarak "II. Abdülhamit'e övgü Mustafa Kemal'e yergi" siyaseti güderler?
Aslında Başbakan, çok anlamlı bir 100 yıl vurgusu yaptı... Ama 100 yılı aldı getirdi 1923'e damgaladı... Okumayan çoğunluk 1923'ü, 100 yıl önceki tarih zannederse şaşırmam... Sonuçta kültürel hayatımız sadece "beğenmek" ve "paylaşmaktan" ibaret artık! Tartışma yok, araştırma yok, sorgulama yok, uygarlık yerlerde...
Oysa o çok övündükleri Osmanlı son döneminde söylenen bir söz vardır: "Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar" yani "gerçeğin ışığı, fikirlerin tartışılmasından doğar"... Peki nerede iktidarın "özgür ve uygarca görüş, bilgilendirme kriteri"?
Oysa Başbakanın sözü, şimdi hepimizi araştırmaya itmeliydi... 
Türkiye tarihinin hala çok aydınlatılmamış, konuşulmayan, yazılıp tartışılmayan süreçleri var. Evet 100 yıl önce her türlü kumpas, devletin dağılması, toprakların paylaşılması hesabına yönelikti. İçten ve dıştan ne çok vurdumduymazlıklar vardı... Tevfik Fikret'ten Namık Kemal'e, Şair Eşref'ten Ziya Paşa'ya neler neler yazılmıştı... Tevfik Fikret'in "Han-ı Yağma" şiirini hiç okumuş muydu acaba Başbakan? O şiir, Başbakanın ifade ettiği "100 yıl" içinde bir yerlerde... Düyun-u Umumiye'nin Reji kolcularının terörünü hiç merak etmiş miydi acaba Başbakan? Padişah efendinin sarayda oturduğu o zamanlarda, kaç zavallı köylünün, Reji tetikçisi kolcularca infaz edildiğini biliyor mu acaba Başbakanımız?
Bir ülke düşünün, ülkenin has yurttaşları fakirliğin her aşamasını yaşarken, sadece "anlaşma" hükümlerince ülkede oluşturulmuş yabancı köleler egemen... Ülkenin sahipleri, kolonilerin kölesi yani... Ama başta Padişah hazretleri, halife-i ru-i zemin hazretleri var; ne alâ!
1838 Balta Limanı Antlaşması ile Osmanlı'nın cellatı olan İngilizleri hiç karıştırmayalım "sinsi hesaba"... 1918'de ABD Başkanı Wilson'un "paylaşım harita paçavrasını" konuşmayalım... Ama 1923 Lozan'ı, Cumhuriyet devrimini yerlerde çiğneyelim, öyle mi?




Din diyanet işlerine girmeyeceğim... 
Her konunun dine bağlanması, dinsel çalışmalarla sürecin yorumlanmasına karşıyım. Çünkü Osmanlı'nın son yüz yılında hakim olan fakirlikti. Yani zenginler ve fakirlerin dinsel farklılıkları ilginçti hilafet Osmanlı yaşamında.
Başbakan yüzyıllık hesaplar derken doğru bir noktayı işaret etti ama verdiği "Lozan" noktası yanlış ötesi bir başka sinsi amaca işaret etti.
Herkes konuşabilmeli...
Araştırma, sorgulama, tartışma olmalı...
Türkiye üzerine oynanan oyunlara girersek, bu oyunlardaki "yerli işbirlikçileri de" açıkça ifade etmemiz gerekir. Tarihten korkarak, gizleyerek ya da değiştirmeye çalışarakda yaşayabileceğimiz tek bir sonuç vardıır, o da geri dönüşsüz bir yokoluş felaketi...Tarihe bakın, Andolu'dan bin yıldır kimler gelmiş kimler geçmiş... Bir de "saygıyla hatırlananlara" bakın... En kötü iletişim bile iletişimsizlikten daha iyidir, iktidarın iki konuda ısrarcı olması geleceğimiz için umuttur. Biri "özeleştiri" diğeri ise "iletişim"... Karşı sesleri susturarak iktidar değil zalim olunur. Oysa tarihte saygıyla anılanlar "zalimler" değildir... 
Atatürk ve Cumhuriyet gerçeği asla silinemez... 
Çünkü Atatürk ve Cumhuriyet kim ne derse desin hep saygıyla anılacaktır.



Not: Başbakan Binali Yıldırım'ın AKP siyaset akademisindeki konuşması, bu yazıya neden olmuştur. Haberi okumak için :
http://www.sondakika.com/haber/haber-basbakan-yildirim-karadeniz-i-akdeniz-i-cevreleyen-8600096/?m=0

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İÇİME SİNMİYOR, RAHAT DEĞİLİM!

  Bir ay sonra bugün “her şey bitmiş” olacak… Kim “Cumhurbaşkanı” kimler “milletvekili” öğreneceğiz. 14 Mayıs Pazar günü de umarım “demokr...