Daha yeni "yok yere" 12 şehidimizi toprağa verdik.
Peki bu şehadetler nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirildi? İnternette failler büyük başarıymış gibi, bir kazanın içine attıkları “keleşlerle” zaten fotoğraf verdiler değil mi?
Başlarına büyük ödüller konulmuş "teröristler de" bir güzel
palaskalarını çıkardı, tüfeklerini o kazana attı ve geldikleri yoldan çekip
gittiler.
Kimiz biz?
Burası neresi?
Ne oluyor?
Varsa “anlayan” ve “içine sindiren” bana da söylesin.
Zira söylemler de yorumlar da bana “yapay” geliyor.
Dinleyenlerin hafızalarını ve hatta o mağarada can veren şehitleri yok
sayarcasına geliyor.
Ortada bir “savaş” varsa ve savaşın bir tarafı Türkler diğer tarafı Kürtler ise, peki bu daha önce söylendi mi?
Bu “savaşa” neden olan “gerçekler” gerçekten masaya yatırıldı mı?
Yoksa “gerçekler” rafa kaldırılıp, dayatmalar mı
“gerçek” kabul edildi?
Nasıl bir zamandan ve belki de “ilahi imtihandan” geçiyoruz? Tarihin
bazı safhalarında “ak” ile “kara” ve “sap” ile “saman” karışmış, karıştırılmıştı,
tamam da bu kadar “kör göze parmak” olmamıştı.
Sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyim “gördüğümüz inanın görünen
değil, duyduğumuz da inanın söylenen” değil.
Havada “başka bir şeyler” var!
Haydi devam edelim şimdi.
Neyin nesi bu “PKK”?
Örgüt, 1978'de Abdullah Öcalan tarafından Diyarbakır, Lice’de kuruldu.
Başlangıçta Marksist-Leninist bir çizgide, “bağımsız Kürdistan” hedefliyordu.1980 sonrası Suriye, Lübnan ve Kuzey Irak’ta
kamplar kurarak silahlı eğitim aldı ve alırken de dünya emperyalizmden destek
buldu. ABD, Fransa, İtalya, Yunanistan gibi…
Tarih: 15 Ağustos 1984
Yer: Siirt'in Eruh ilçesi ve Hakkâri'nin Şemdinli ilçesi.
PKK (Kürdistan İşçi Partisi), silahlı militanlarıyla eş zamanlı olarak karakol ve emniyet noktalarına baskın düzenledi.
Peki neden?
Amaç, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı silahlı “halk savaşı”
başlattığını ilan etmekti. 1 asker şehit oldu, vatandaşlar yaralandı. Bu olay
Türkiye'de ilk defa PKK’nın adının duyulmasına neden oldu.
1980’LER – 1990’LAR
1987-1992 arası özellikle Güneydoğu Anadolu’da köy baskınları,
mayınlı saldırılar, şehirlerde suikastlar yoğunlaştı. 1990’larda PKK, TSK ve
korucularla yoğun “gerilla” savaşına girdi. Binlerce asker, polis ve sivil
hayatını kaybetti. Devlet “Olağanüstü Hal (OHAL)” uygulandı, köy boşaltmaları,
koruculuk sistemi genişledi. Doğru amaçla büyük yanlışların kapıları da ne yazık ki açıldı.
“Uluslararası güçler” 1999 yılında, bir anda “karar değiştirip”
ABD’nin desteğiyle Öcalan’ın derdest edilmesini sağladı. 15 Şubat 1999’da Kenya’da
Nairobi Havalimanı’nda Abdullah Öcalan, MİT operasyonuyla yakalanarak
Türkiye’ye getirildi. İmralı Cezaevi’ne konuldu ve müebbet hapse mahkûm edildi.
PKK kurucusunun yakalanması üzerine 1999’da "tek taraflı
ateşkes" ilan etti ve güçlerini Irak’a çekti. Ama “ateşkes” aldatmacaydı
ve örgüt için sadece “zaman kazanıp derlenip toparlanma” süreci anlamına
geliyordu.
2004’e gelindiğinde “ateşkes” bozuldu ve örgüt “terörüne” 2004’te yeniden başladı.
2009 yılında ise yine bir “sürpriz gelişme” gündeme düştü. “Demokratik Açılım, Çözüm Süreci” adıyla yeni bir yola girildi.
Diyarbakır’da “Habur Olayı”
adıyla hafızalardan silinmeyecek ve devletin, devlet olma görüntüsüne zarar
verecek anlar yaşandı. Haklı ulusal tepkiler yüzünden bu “garip süreç” sekteye
uğradı.
Sadece 4 yıl sonra bir adım da örgüt lideri tarafından atıldı. 2013
yılı Nevruz’unda Öcalan “silahlar sussun, siyaset konuşsun” mesajı
verdi. Ardından 2015’te “Dolmabahçe Mutabakatı” ile süreç somutlaşmak
üzereydi ama, olmadı, olamadı yine!
PKK destekli HDP’nin 7 Haziran seçimleri sonrası yükselişi sonrasında çatışmalar başladı. Ardından örgüt, bazı kentlerde “öz yönetim” ilan etti, hendek ve barikatlarla şehir savaşları başladı. Devlet bu bölgelerde sert askeri müdahale başlattı (Sur, Cizre, Silopi operasyonları).
Tüm bu olaylarda
olan yine Türk, Kürt demeden yurttaşlara oldu!
Peki “bugünlerde” neler oluyor, yeniden “sorun” çıkar mı? Yoksa
içinde “halkın” olmadığı “taraflar”, başka “çalıp” başka mı “oynuyor?
2020’den itibaren bölge konjonktüründe PKK, Irak ve Suriye'deki
varlığıyla bölgesel aktör haline geldi. Yurt içi etkinliği azaldı, TSK’nın
sınır ötesi operasyonları (Pençe, Kapan serileri) etkili oldu. DEM Parti’nin
meşru siyaset kanalı olarak öne çıkması, örgütle arasındaki bağlar tartışma
konusu haline de geldi.
2025 Temmuz’unda, PKK’nın sembolik “silah bırakma” açıklamasıyla, belki de 40 yıllık silahlı mücadelenin kapanışı gündeme geldi.
Süreçle ilgili bir şeffaflık yok ne yazık ki, sadece “muktedirler” konuşuyor ve biz halkın her dediklerine inanmamız bekleniyor.
Oysa 1984 Eruh-Şemdinli saldırıları, sadece
birkaç askerin değil, bir ülkenin 40 yıllık gündeminin değiştiği milattır. Bu
süreçte 40 binden fazla insan hayatını kaybetti. Milyonlarca yurttaş göç etmek zorunda kaldı,
binlerce köy boşaltıldı. Türkiye’nin iç siyaseti, toplumsal yapısı ve dış
politikası derinden etkilendi.
ÇÖZÜMSÜZ VE ASIRLIK SORUNLAR
Peki neden böyle oluyor?
Gündemde olmayan “başka amaçlar mı” var?
Acaba “tarih” didiklense, çok partili hayata geçişimizden bugüne sosyo ekonomik
süreçlerimiz yeniden masaya yatırılsa ne olur?
Kim ne derse desin “bu işin içinde başka işler” var!
O kadar çok
can yandı ki… Bu bir çırpıda unutulacak bir gerçek mi? Onca dizi film, sinema
filmi, araştırma, parlamento ve meydan konuşmalar, “ip atmalar” ve her şeyden
önemlisi yavrusunu kaybetmiş analar babalarla, kolsuz, bacaksız kalmış onca “gazinin”
içi nasıl soğur ki?
Ya “şehitlikler” ve o mezar taşlarında yazanlar?
Hani “barış” deniyor ya? Sanki “savaş” varmış da…
“Kahpe terörün” adı “savaş” olmuş da…
Hani “Türk’le Kürt” savaşıyor muş da?
Peki “Türk ve Kürt”
40 yıldır savaşıyorsa, onca Kürt arkadaşım nasıl oldu? Hangi Kürt, zengin
olmak, mevki makam sahibi olmak istedi de “olamadı”? Bugün genel siyasette,
devlet ve orduda, polis ve sağlıkta Kürt soylu yok mu? Odalarda, akademide,
pazarda yok mu?
Hem “Kürt sorunu yok, terör sorunu var” diyeceksiniz hem de “terör" sorununun çözümünde "muhatap" olarak Kürt yurttaşları alacaksınız, anlayan var
mı?
Şimdi söyleyin bana iktidar ve ortaklarının muhatabı kimler?
Türkler mi Kürtler mi?
Peki asırlardır oynanan “oyunlar” ne olacak?
Köy Enstitüleri’ni kapatanlar sonradan belli ki, “terörün” sebepleridir. 1950 sonrası Kürt yurttaşların yaşadığı Güneydoğu ve Doğu bölgesine mi “hizmet” götürülmüş, yoksa “kuldan kulluk isteyen” feodal düzenciler mi?
Ağaların,
beylerin, şıhların keyfi olsun diye “maraba sistemini” kaldırmış mı 1950
sonrası sağcı, solcu iktidarlar?
“Mezra” denen ilkel yerleşim birimlerinde yaşamayı bölge
insanlarına reva görenler ne olacak?
Yıllarca devletten “işletme kredisi” alıp, bölgede fabrika, işletme kuracağına İstanbul mekanlarında "ezen" “görgüsüz ağa bozuntularına” ne demeli?
Okulsuz, hastanesiz bırakılan, gelecek düşleri kurmalarına izin verilmeyen o sessiz insanlar bizim yurttaşımız değil miydi?
O bölgeden çıkan "siyasetçiler” neden “batıda” yatırım yaptı da doğduğu yerde yapmadı?
“Türk Kürt Kardeştir, emperyalizm ve yerli işbirlikçileri kahpe
kalleştir”!
Bugün Ortadoğu yeniden şekilleniyor, hiç olmayacak şekilde İsrail,
bölgede "Vadedilmiş
topraklar" olarak da anılan "Arz-ı Mevud" peşinde koşuyor?
Merak ediyorum beş yıl on yıl içinde rejimler daha “federal” olup yeni bir sistem peşinde mi emperyalizm? Silahla yapamadığını, yalanla, iftirayla yapamadığını, iç savaşla, katliamlarla yapamadığını acaba “uzaktan kumandalı devletçiklerle mi” yapmayı hedefliyor “emperyalizm”!
Ortada bir “samimiyetsizlik” var ama, “perde açıldı”.
AK Parti, MHP ve DEM Parti “beraber yürümeye” karar verdi.
Aman ne mutlu! Artık “beraber yürüdük üçümüz bu yollarda” şarkısını
söylerler!
20 yıl boyunca "PKK ile görüşmedik" diyenler, şimdi Kürt
halkına “demokrasi”, “kardeşlik” ve “çözüm” vaazı veriyor üstelik de “PKK ile anlaşarak”!
Ve İmralı’daki “sözde önderin” gölgesine methiyeler düzen yeni bir
düzen…
Ya MHP ne diyor?
Açıkça bir şey demiyor. Ama sustuğu yerde “evet” diyor.
Çünkü “terörü bitirecek her adıma varız” bahanesiyle milliyetçiliği
oportünizme rehin veriyor.
DEM Parti ne diyor?
“Bu bir ittifak değil, süreç iş birliği.”
İyi de siz yıllarca “AKP çözümsüzlüğün adresi” demediniz mi?
Şimdi hangi çözümün ortağısınız?
DEM’li Belediyelerle barış yapamayanlarla ülkeye “ne çeşit” bir barış
mı gelecek?
DEM “gerçeklerde" samimi olsaydı, “silah bırakıldığında”
şehitlikleri ziyaret edip karanfil bırakırdı.
DEM “samimi” olsaydı, 1924’ü değil 1950 ve sonrasını irdelerdi!
Bu sürecin adı: “Barış” değil “uzlaşma”, ama “gerçekte” kiminle,
kimlerle?
“Beraber Yürüyenler” gerçekten “terörsüz Türkiye” amacında mı, yoksa son 100 yılın gerçeklerini alabora edip, “Kuvvai Milliye” ve “Atatürk” mefkuresini yok etme derdinde mi? Daha düne kadar “şafak operasyonlarıyla” derdest edilen DEM “arkadaş” oldu iktidara, ama hedefte Atatürk’ün “eseri” CHP var artık!
CHP
ise kendi iç dertleriyle öylesine hemhal ki, içindeki “riyakarları” da
göremiyor.
CHP’li İzmir Belediyesi bile öylesine tuhaf ki, böyle bir süreçte “100.
Yıl” dokulu “anı evini” kapatıyor, “İzmirli Terör Şehitleri” için bir sergi yapacağına
mesela “Mutfak Müzesi” kuruyor. Yani “bir elinde cımbız bir elinde ayna
umurunda mı dünya” misali!
Bu ülkede “ilkeler” değil, “ikballer” üzerine ittifak kurulur.
Ve ne zaman iktidar zora düşse, “Kürt meselesi” masaya getirilir.
Çünkü bu masa, iktidarların can simididir.
Ama sonunda hep halk kaybeder: Türk’ü de, Kürt’ü de.
Bu bir barış değil, bir pazarlık masasıdır.
Ve halk, yine bu masada yoktur.
Yalnızca seyircidir.
Ama “tarih”, bu sürecin fotoğrafını çekti.
İsimleri, sıfatları, susanları, alkışlayanları not etti.
Ve bu millet, günü gelince sorar:
“Kimlerle yürüdünüz siz o yolları?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder