Özgür Özel’in, Atatürk emaneti CHP’nin başına geçme “operasyonunu”, gün gelir gelecek kuşaklar “detaylı” öğrenir. Bu operasyonun gerçek “değişim” olduğunu baştan beri söyleyip yazıp hedefe nasıl konduysam, bundan böyle de daha sert yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim.
Yapılanın Atatürk temelli bir siyasi hareketi, emperyalizm oyunlarına “değiştirmek” olduğunu gün gelir tarih yazar elbet.
Şu “Aydın” meselesi de, oynanan oyunun farklı bir sahnesi!
Ve bu sahneye özellikle Özgür Özel ve takımının güya tepki göstermesi de senaryo gereği.
Zira CHP’yi bir nevi “AK Partileştirme” düğmesine basanlar kendileri…
CHP’nin
“üst katlarında” tuhaf ikiyüzlülük rüzgârları esiyor.
Hani
şu “bizden biri giderse hain, biz gidince kahraman” mantığı…
İşte
tam da o.
Yıllarca
“CHP’li” kimliğiyle parlatılan isimler, bir gün AK Parti’ye “geçtiğinde”
linç kuyruğu oluşuyor. Ama tersi yönde trafik hep “normalleşme” adı altında
alkışlanıyor.
Peki
neden?
Çünkü
bu partinin kimi yöneticileri için mesele ideoloji değil, başka hesaplar.
Bir
an şu “milli unutkanlık” hastalığımızdan sıyrılıp hatırlayalım mı?
Özlem
Çerçioğlu “kimin” adayı olacaktı?
Aydın’da
onca dönemdir belediye başkanlığı yapan Özlem Çerçioğlu, yıllardır “CHP’nin
kalesi” hikâyesinin vitrin figürü oldu.
Peki
bugün AK Parti’ye geçeceği iddiaları neden bu kadar şaşırtıyor?
Daha
düne kadar “Aydın’ı bırak, seni İzmir’e aday yapalım” diyen Özgür Özel
ve güya “değişimci” takımı değil miydi?
Bugün
niye şok pozları kesiyorlar?
Çünkü
CHP’nin aday tercihleri ilkesel değil, tamamen ‘kim kazanır’ denklemine göre nepotizm
referanslı yapıldı.
Bugün
Özlem Hanım, İzmir’e aday olsaydı, bu kentin seçmenine “demokrasi kahramanı”
diye sunulacaktı. AK Parti’ye geçerse “hain” olacaktı.
Aynı
insan, aynı geçmiş… Değişen tek şey, rozetteki renk.
31 Mart sürecinde Özgür Özel’in “aday kriterleri” asla iddia ettiği gibi gerçekleşmedi. Özlem Hanım İzmir’e, “yuh artık” diyen İzmirlilerin tepkisiyle getirilmedi. İyi de yerine “aday” olanın hangi özelliğine bakıldı sadece?
“Değişim kongresinde Özgür Özel ve takımına destek veren tek İzmir belediye başkanı” …
Böyle bir kriter olur mu? Olur, Özgür Özel “tek adam” dayatmasını “demokrasi”
sandığından oldu bitti. Yoksa ilçesinde başkanlığını masaya yatırsalar, zaten
parti genlerine sahip olmadığını görürlerdi.
Şu
anda CHP yönetimi ve peşinden gidenler tam oyuncu. Fiilen AK Partili olacak
Özlem Çerçioğlu’na küfür kıyamet gibi edilirken, kadrosunda “AK Partili operasyoncu prens
ve prensesler” barındıran, Atatürk devrimi gereğinden uzak “kokmaz bulaşmaz”
tiplerle yürüyen “başkanlara” asla “tık” yok!
İşin
ironisi şu bence:
CHP’li
belediyelerde yıllardır esen “derin AKP rüzgarları” kimsenin umurunda değil.
İhale usullerinden kadro politikalarına, AK Parti belediyelerinde gördüğümüz
uygulamaların tıpkısı CHP belediyelerinde de var artık.
Üstelik
bu rüzgâr, bazen doğrudan parti içinden esiyor. “Yandaşa kıyak” dediğiniz ne
varsa, CHP belediyelerinde de sessizce yapılıyor. Sonra da halkın karşısında
“biz laik, demokrat, halkçıyız” nutukları atılıyor.
Türkiye’nin
politik sahnesinde rozet değiştirenler değil, zihniyet değiştiremeyenler asıl
sorun.
Çünkü
aynı anlayışla AK Parti’de de CHP’de de başka partilerde de siyaset yapılıyor.
Bugün Özlem Çerçioğlu’nun AK Parti’ye geçmesi, kimin koltuğunu sallayacağı
üzerinden tartışılıyor; kimin ilkelerini yerle bir ettiği üzerinden değil.
Merak
ettiğim şu aslında. Özlem Hanım ile ilgili bir süre önce bir kitap yayımlandı.
Ergenekon sürecinde türlü bedeller ödemiş olan yazar Ergün Poyraz, 10 yıl Özlem
Hanımla çalıştıktan sonra “Kırık Topuklu Kirli Kontes” adlı kitabında neler
yazmıştı? Mesela Özgür Özel ve takımı bu kitabı okudu mu? Okuduysa “bir şeyler”
yaptı mı? Aslında bir sorum daha var aklımda, Özlem hanımın “değişimi” Ergün
Poyraz’ın kitap içeriğiyle ilgili olabilir mi?
Temmuz ayında çıkan bu kitap sadece “bugünü” değil dünleri de anlatıyor. Ve bu iddiaların hedefi, 2024’te İzmir’e “aday” düşünülüyor. Ve hala Özgür Özel ile ilgili bir düşünsel sorgulama yapılmıyor.
CHP,
kendi içinde es(tiril)en “derin AKP rüzgarlarını” görmezden gelip, yalnızca
vitrin değişikliklerine tepki verirse, yarın bir gün “kim CHP’li, kim AKP’li”
diye değil, “kim gerçekten halktan yana” diye sorulduğunda verecek cevabı
kalmaz.
Aydın'da olan bitenleri alalım, İzmir gerçeğiyle de yan yana getirip "kral çıplak" demenin demokratlığına dikkat çekelim.
YA CEMİL
TUGAY’IN “SARAY BAHÇESİNDEKİ” ÇİÇEKLERE NE DEMELİ ?
Cemil
Tugay, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna “halkçı başkan”
iddiasıyla oturdu.
Fakat
daha ilk aylardan itibaren, o koltuğun etrafında dönen rüzgârların nereden
estiği belli olmaya başladı: “Derin AK Parti Rüzgârları”.
Öyle esiyor ki, rüzgârın kokusunda “kadro mühendisliği” var.
Bir
belediye başkanının ekibine kimleri aldığı, kimin elini sıktığı, kimin kulağına
ne fısıldadığı, en az kendi söylemleri kadar önemlidir.
Tugay’ın
kadrosuna giren bazı isimlerin “eski AKP kadrolarının prens ve prensesleri”
olması, üstelik bu isimlerin kritik noktalara yerleştirilmesi, İzmir’in “kale”
diye anıldığı günleri çoktan geride bıraktığımızın göstergesi.
Hatırlayın, aylar önce yazmıştık:
“Cemil Tugay, 100. Yıl Kurtuluş Anı Evi’ni kapatarak, fuarda mutfak müzesi açıyorsa; bu sadece kültürel bir tercih değil, siyasi bir mesajdır. Mesaj da açıktır: İzmir’in temel kimliğini törpülemek.”
Ve
yine demiştik:
“İzmir’in yönetiminde artık CHP tabelası altında AKP protokolleri uygulanıyor. İsimler değişiyor ama zihniyet, sızdığı yerden usul usul ilerliyor.”
Bugün
geldiğimiz noktada, bu tespitlerin ne kadar yerinde olduğunu görüyoruz. Keşke
yanılan ben olsaydım. Çünkü başkanın masasında oturanlar, artık sadece CHP
rozetli değil; aralarında AKP’de yıllarca görev almış, iktidarın yerel
stratejilerine hizmet etmiş kişiler de var. Tugay, her ortam ve fırsatta kendi
partisinin teşkilat ve aktörlerini, bazı ilçe belediye başkanlarını
eleştirmiyor mu? Peki hangi iktidar mensubunu, kendi partilisini eleştirdiği
gibi eleştirdi? Ya da CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nu hiç olmazsa
Mansur Yavaş kadar ağzına alıyor mu? Bu o anlı şanlı bazı CHP’lilerin dikkatini
çekmediği gibi, liberal kimliğiyle Cemil Tugay’ın, halkçı ve gerçek solcu Aydın
Erten’in mezarı başındaki söylemleri de dikkat çekmiyor.
Açık söylemem gerekirse, İzmir’de “yumuşak faşizm” ortamı kurmaya çalışıyorlar. Zira “demokrasi mefkûresi” yanlarından geçmemiş.
“Cemil Tugay medyası” kurmak için gösterilen çabalar, keşke susuzluk derdi için de gösterilseydi.
Demokrasi mefkuresi, eleştirmeyi, sorgulamayı, araştırmayı, tartışarak doğruya ulaşmayı, ayrım yapmamayı, zulümden kaçınmayı öngörmüyor mu?
Peki bunların hangisi “Cemil
Bey ve takımında” mevcut?
Önceki
başkanların birinin dahi yapmadığı öyle zulümleri yaptı ki…
Nepotik atamaları, belediyenin onlarca yıllık emekçilerine öyle mobbingler, sürgünler yaşattı ki!
Yahu kendisini eleştirdiği için, eleştirenin ailesine zulmetme hangi CHP tarihinde var?
Eleştireni “yok sayma” ama arkadan dolanıp, eleştirenin itibarsızlaştırılması için "operasyonlar" yapmak.
Oysa “Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar” demiş eskiler. Yani “gerçeğin ışığı, fikirlerin tartışılmasından doğar”. İşte demokrasinin özü budur!
Ama “yeni CHP” Özgür Özel’le hem tarihi kimlik ve karşılığını redde, hem de yerine “faşizmi” andıran bir ucube fikriyat kurma peşinde.
Özlem Çerçioğlu ve
Cemil Tugay olaylarında yaşadıkları da "Yeni CHP'ye" “ders” olmuyor. Ya da belki "istenen, amaçlanan" bu!
Ve en tehlikeli olan, demokrasi algısına ve yerel dirence zarar veriliyor.
Çünkü
halk, sandıkta “değiştirdiğini” sandığı düzenin, aslında sadece “renk”
değiştirdiğini fark ediyor.
Cemil
Tugay, “bize güvenin” dediğinde, İzmir halkı ona gerçekten güvendi. Ama güven,
sadece seçim kampanyasında değil, kadro tercihlerinde de sınanır. Bugün, makam
odasının kapısı ardında hangi ideolojik rüzgârların estiğini görebilen herkes,
bu sınavın şimdiden kaybedildiğini söylüyor.
“İzmir
temel kimliğini kaybediyor” demiştik; bugün o kaybın, belediye koridorlarında,
kadro listelerinde, imza yetkilerinde vücut bulduğunu görüyoruz.
Demokrasiye tehlike, dışarıdan değil; içeriden, masanın başından
geliyor.
ÖNEMLİ NOT:
Bu satırların yazarı ne yazarsa yazsın ne söylerse söylesin
özellikle CHP’deki “sözde değişimcilerden” hep aynı karşılıklar geliyor.
Diyorlar ki “Yanlıştasın Hasan Tahsin, şahsi kırgınlıklarınla, kızgınlıkla
gidiyorsun. Yöntemin ve tepkin doğru bir tarz değil, biraz soğukkanlı biraz
sakin yol almalısın”.
Empatiden uzak ve şahsi beklentiler yüzünden yapılan bu
eleştirilere dahi saygı duyuyorum çünkü ben demokrasiyi “yaşam biçimi” seçtim. Geçmişte
rahmetli Ahmet Piriştina’yı nasıl sert eleştirdiğimi unutmayanlar bilir. Ama
onun dahi “doğrularına, doğru” dedim her zaman. Bugüne dek tek bir CHP’li
başkan dahi, eleştirdiğim için beni “mesleğimden aforoz” ettirmeyi düşünmedi.
Ama bugün? Neyse kim ne düşünürse eyvallah. Ama benim “yalnız” kalsam da
“yolumdan” dönmemi kimse beklemesin!
Meslek hayatımda “özür dilemeyi” erdem saydım, ama bana yapılan
kötülüklere ilişkin “özür dilendiğimi” ne yazık ki fazla hatırlamıyorum. Hele
son bir yıldır asla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder