TRT’de bir dizi vardı “Vefa Sultan” adıyla…
Vefa Sultan’ın bir sözü vardı ki sona doğru, belki beni bu yazıyı yazmaya iten ve bu insanlık değerlerinden yoksunlaşan sözde hayatı kabullenmeyi kolaylaştıran bir söz…
Evet “vefa” bir “boza markası” değil İstanbul’da, öyle değildi asırlarca.
Hele de 1453 fethinden sonra…
Koca Sultan’ın cenazesini kokutanlar, belki de “vefayı” ilk unutturanlardı, bilemeyiz.
Dizide Vefa Sultan ne demişti? “Vefa, hatırlamak değil, unutmamaktır!”
Oysa nizamı kuranlar, vefa üzerine kurmuşlar.
Vefa olmasaydı, arabalık, aile, komşuluklar, arkadaşlıklar olur muydu?
Hele de devletler, ülkeler, milletler var olabilir miydi?
Vefa, “unutmamaksa”, hep "hatırlamaksa", bir ve birlikte olmaksa eğer, bugün nasıl böyle kalabalıklar içinde yapayalnız yaşamlar artıyor, görmüyor musunuz siz de?
Neden her derdin dermanını, “sanal alem efendilerinden” bekliyoruz? “Zekalarımız” bu kadar “yapay” hale nasıl geldi? Yoksa, adını koyamadığımız “bireysel yalnızlıklarımız” nedeniyle, “zeki” çocuk ve insanları artık fark edemiyor muyuz?
Vefa…
Ağzımızdan dökülen her hecede bir sitem saklı.
Kimi zaman bir sokak adı, kimi zaman bir semt kahvesi…
Ama en az olanı, bir insan hâli.
Artık kimse kimseyi ardına bakmadan beklemiyor.
Gidenin gidişi, kalan için sıradan.
Ne hatır kaldı ne gönül.
Her şey hesaba, her şey çıkar dengesine bağlandı. Sanki herkes birbirinin vicdan muhasebesinde alacaklı.
Vefasızlık, bu çağın adı oldu da biz hâlâ “umut” diyoruz.
Vefa beklediğimizde “fazla beklenti” diyorlar, unutamıyorsak “duygusal saflık”!
Oysa biz sadece “insan kalmaya” çalışıyoruz, “birileri” neye dönüştüğünün farkında mı?
Zulmeden “zalim” yaptığının “zulüm” olduğunu kabul etmiyorsa, edilen zulüm başka insanları, hayatı yaşamaktan ediyor, ölmeseler de ölmekten beter ediyorsa ve bu feci durumlara “başkaları da” sadece “zalim sevinsin” diye sessizse…
Söylenenler söz müdür ve eski deyimle bu “sözler” gök kubbede “hoş sada” olabilir mi?
Bir dostun “yokluğunu” gerçekten “fark” edebilir muyuz? Peki, fark edebilirsek, sorabiliyor muyuz “ben sana ne yaptım da selamı kestin” diye?
Cevap yok.
Çünkü sormak, eski zamanların meziyetiydi.
Şimdi susmak, sırt dönmek, göz devirmek moda.
Hatta “sorabilsek de” artık gözlerinin içine bakarak, karşılıklı oturarak soramayız. Sosyal medyada son bir iki çift laf ya da “kısa mesajla” iki satır, veya cep telefonunda “engelleme”!
Peki hani “insan” olma, “insanı, insan yapan kalbi değerler”?
Ne gerek var? “Yapay zekalar” onu da halleder!
Bir zamanlar aynı sofrayı paylaştığımız, dertlerimizi emanet ettiğimiz insanlar; şimdi bizi görmezden gelerek, kalabalıklar içinde “yoka” terk ediyor.
Düşene bir tekme daha vurmak değil, düşeni hiç yaşamamış saymak oldu yeni ahlâk!
Yazık…
Bir vefasızlık çağında yaşıyoruz. Üstelik kimse bu oluşan vebalin farkında değil.
Vefayı, geçmişin naftalinli çekmecelerine hapsettiler.
Artık mezar taşlarında, cenaze ilanlarında aranıyor. “Çok vefalı bir insandı” diye başlayıp, “hakkımız helaldir” diye biten ezber cümlelerde…
Yaşarken kıymetini bilmediğiniz insanlara, ölünce şiir yazmak, gözyaşı nameleri düzmek kimseyi aklamaz.
Ne zaman ki, karşılıksız iyilik yapanı “enayi” olarak görmek bırakılır…
Ne zaman ki, bir dostun emeğine, hatırasına sahip çıkılır…
Ne zaman “bayramlarda” tatil yapılmaz…
Ne zaman anneler, babalar adına “huzurevi” denen “dört duvar” içine ölmeye kapatılmaz…
Ne zaman bir lokma yerken “dostumun da lokması var mı acaba” diye düşünülür yeniden…
O zaman “vefa” belki kalplerde yeniden doğar.
Ama bu hâllerle, vefasızlığın siciline bile geçilmez. Çünkü, sadece unutanlar değil; bilerek silenler tutmuş köşe başları…
Lakin unutmayın…
En tehlikeli “unutuş”, kalpten olandır.
Bir gün, siz de “hatırlanmak” istersiniz…
Ama ne yazık ki artık, herkes unutur. Bu topraklarda en önce vefayı öldürdüler çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder