Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

6 Mayıs 2025 Salı

KILAVUZU KARGA OLANIN…

 

*** Okuyacağınız satırlar, bazı meslektaşlarım ve bazı CHP’li kodamanlar için “şahsi duygularla” yazıldığı iddia edilecek olsa da İzmir’de doğan, İzmirli oğlu İzmirli, 30 küsur yıllık gazeteci kalbim ve kalemimle yazdım. Bazı tufeylilerin iddiaları ise, benim için sadece acınacak yaklaşımlar olacaktır! Ben "hancıyım" okuyacaklarınız "yolcu"!

31 Mart 2024 yerel seçimler öncesi, CHP’nin güya ve sözde “değişimci” değişimiyle yürütülen “aday belirleme sürecinden” beri hep yazdım, konuştum. Nasıl bedeller ödediğimi de bir ben bilirim bir de Allah… 

Dostlarım demiyorum, zira artık hayatımda “dost” gibi dost da kalmadı gibi. 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen, aslında fiili siyaseti Karşıyaka Belediye Başkanlığı ile başlayan ama bu süreci de şimdilerde öğreniyoruz ki, oldukça gizemli geçiren Cemil Tugay, daha ilk günden “rengini” belli etti. 

Özfatura, Çakmur, Piriştina, Kocaoğlu ve Soyer dönemlerinde asla olmayan, olması dahi “ayıp” sayılacak “insani ilişki kriterleri” ile Cemil Bey, daha şimdiden “gök kubede hoş sada” bırakamayacağını tescilledi. 

Burhan Özfatura sağcıydı hem ANAP’tan hem de DYP’den başkan seçilmişti. Ama hatırlayın, kadrosunda SHP’li bürokratlar vardı. Yüksel Çakmur SHP’li solcu başkandı. Ama kadrosunda ANAP’lı, DYP’li hatta MHP’li bürokratlar bulunuyordu. Rahmetli Ahmet Piriştina hem DSP hem de CHP’den seçildi. Ama kadrosunda sağdan, MHP’den bürokratlar çalıştı huzurla. Aziz Kocaoğlu yıllarca CHP’li başkandı, çalışanlarını asla siyaseten ayırmadı, ele güne muhtaç etmedi, disiplini hele de mali disiplini hiç elden bırakmadı.  Tunç Soyer, CHP’den ciddi oyla başkan seçildi, ağzından çalışanlarına kem söz çıkmadı bir kez. 

Bu başkanların dönemlerinde Turgut Özal, Deniz Baykal, Tansu Çiller, Kemal Kılıçdaroğlu partilerinin genel başkanlarıydı. 

Ama Özgür Özel’li CHP ile başkan olan Cemil Tugay, tanınmamışlığının, bilinmezliğinin getirdiği güya avantajla sadece CHP’li olduğu için belediye başkanı oldu olalı, artık sıkça söylenen söz “akrep akrebe etmedi, CHP’linin CHP’liye ettiğini” oldu bugün. 

Hemen söylemeliyim ki, Özgür Özel de Türkiye'de “çok tanınan” ve “çok bilinen” bir siyasi aktör değil. Genel Başkanlığa bence donanımı değil “çok ve kafa karıştırıcı nutuklarıyla” çıktı.

Cemil Tugay bir kez daha çalışanlarıyla “savaşa” tutuştu. Ama ne yazık ki, işçi sendikaları, söz konusu "CHP’li başkan" olunca “bir adım ileri, iki adım geri” hareketleriyle tarihe geçtiler. 

Büyükşehir’in “kaptanı”, dümeni kırmış... 

İşçinin emeğine, alın terine değil, belki de tarihte ilk kez İzmir dışından gelecek “talimatlara” bakıyor artık umarsızca.

Cemil Tugay “umut mu, muamma mı”? 

Seçim sonrası, her şeye rağmen çalışanlar sandılar ki, masa başında kararlar alınırken emekçinin sesi de duyulacak. 

Ama ne mümkün. 

Kılavuzu karga olanın burnu ne olurmuş? 

Bugün kılavuzlar teknokrat, danışman kılıklı kariyer heveslileri, asıl amaçlarını gerçekleştirmek için belediye hafızasına çökenler, Özgür Özel ve şürekasının, oradan buradan yolladığı tipler, eski uzman çavuşlar, üç kuruşluk ilanlarla “tetikçi” ve “alkışçı” seçilenler!

Sahayı bilmezler, işçinin neyle sınandığını bilmezler. Bakarlar bütçeye, kısmaya...

 Ama o kısılan şeyin “can” olduğunu anlamazlar.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde, Tugay’ın yönetiminde ilk çarpışma, çalışanla, memur işçi emekçilerle oldu. Didişme değil bu, bildiğin hor görmeydi. “Sen Tunç Soyercisin” diye kaç emekçi sürüldü, korkutuldu, emekliliğe zorlandı. 

Bilen, araştıran var mı? Yok tabii, en kolayı “alkışlamaktı”. 

İzmir tarihinin en yoğun, planlı ve organize “mobingleri” yaşandı, yaşanıyor. Tek tek “hikayeler” var elimde. Ama yazamam, anlatamam. Zira, Başkanından Genel Sekreterine, Genel Sekreter Yardımcısından Daire Başkanına, Müdüründen Şefine kurmuşlar “Gestapo”, maazallah! 

Tarih yazmaz bir CHP’li başkanın bir önceki CHP’li Başkanın yaptıklarına zulmü… Vallahi AKP böylesine zulümkâr değil! 

“Liyakate” değil, “itaate” bakan anlayış İzmir’de de başladı. 

Kim ne yaparsa yapsın, yeter ki tepeden geleni sorgusuz uygulasın. 

Soru soran, itiraz eden, “ama” diyen hemen fişlendi. Hakkını arayan işçi, “sorunlu personel” damgası yedi. Halkın emanetlerini koruyan, yaz sıcağında klimasız birimlere sürüldü

Sendikalar mı? 

Onlar da çoktan çorbayı içmiş, kaşığı bırakmış. 

Çalışanın hakkını savunması gerekenler, “Aman başkanla aramız bozulmasın” derdinde. Hatta “başkanla aynı yoldayız” itirafını bile açıkça yaptılar! 

Ya İzmir’deki diğer siyasi partiler, belediye meclislerindeki “muhalefet”? 

Esameleri bile doğru düzgün okunmuyor. 

CHP’nin İzmir milletvekilleri ne yapıyor? 

Onların bugüne dek İzmir’de bir yaralı parmağı sardıkları görülmüş müdür? Hele ki başkanları kendileri belirlemişken… 

CHP’nin en azından İzmir’de beş yıl önceki “demokrasiyi” bile istemediği çok belli, zira hesaplar İzmir’i Manisa’nın ilçesi yapmak galiba! Bunun için de bir “geçiş elemanına” ihtiyaç vardı, sıhhi olsun diye de “doktor” bulmuşlardır belki? 

Peki size bir soru ey bu yazıyı okuma cesareti gösteren yurttaş, bir yanda emeğin onurunu taşıyan insanlar, diğer yanda “tasarruf” adı altında insan öğüten politikalar. 

Siz hiç gecenin bir vakti otobüs yıkayan, sabaha karşı sokak süpüren insanla konuştunuz mu? “Ev kiramı şimdi nasıl ödeyeceğim” diyen bir işçiyi dinlediniz mi? Tugay dinlememiş belli ki. Dinlese, bu kadar hoyrat olamazdı. Maaşı “kira miktarı” olarak bile ödemeyen bir belediye yönetimi! 

Çalışan hakkını isterken sadece para istemez. Onur ister söz hakkı ister muhatap ister. Ama İzmir’de şu an ne bunlar var ne de bunları gözeten bir mekanizma. Sözüm ona demokrat belediye, kendi içindeki demokrasiyi çöpe atmış. “İzmir’in vizyonu” diye lanse ettikleri şey, işçinin cebinde üç kuruş eksilirken sosyal medya görseline filtre basmak olmuş.

Ve sözüm sana “alkışçı medya”! 

Gazetecilik artık bülten okumak oldu. Belediyenin gönderdiği metinleri kopyalayıp geçen sözde kalemşorlar var. Oysa halk gazetecisi, işçinin yanında olurdu eskiden. Şimdi ise neyin telaşındalar acaba? Bu riyakâr düzeni eleştiren meslektaşı yok sayma telaşı olabilir mi mesela? 

O yüzden de belediyedeki bu iç yangınından kimsenin haberi yok. Olan biten, işçinin WhatsApp gruplarında dönüyor sadece. Onları da “yukarı” ihbar edenler genel sekreter yardımcısı bile olabiliyor artık! 

Bu yol, yol değildir. 

Belediye, çalışanla didişerek değil, el ele yürüyerek güçlenir. Sendikalar sesini yükseltmezse, basın gerçekleri yazmazsa, yarın çok geç olabilir. Çünkü kılavuzu karga olanın sonu hiç de iyi olmaz! O “kargalar” kendini kılavuz seçeni uçurumun dibine de yollayabilir! 

Ama unutulmasın: İzmir, bir şehri yönetenin değil, onu emek emek inşa edenlerin şehridir. 

Sessizlik, zalimin zırhıdır.

Ve unutmayın: Korku yayılır, ama cesaret bulaşıcıdır.


5 Mayıs 2025 Pazartesi

“VEFA" ARTIK CENAZE İLÂNLARINDA


TRT’de bir dizi vardı “Vefa Sultan” adıyla… 

Vefa Sultan’ın bir sözü vardı ki sona doğru, belki beni bu yazıyı yazmaya iten ve bu insanlık değerlerinden yoksunlaşan sözde hayatı kabullenmeyi kolaylaştıran bir söz… 

Evet “vefa” bir “boza markası” değil İstanbul’da, öyle değildi asırlarca. 

Hele de 1453 fethinden sonra… 

Koca Sultan’ın cenazesini kokutanlar, belki de “vefayı” ilk unutturanlardı, bilemeyiz. 

Dizide Vefa Sultan ne demişti? “Vefa, hatırlamak değil, unutmamaktır!” 


Şimdi olan biteni bir düşünün, hali pür melalimizi bir geçirin aklınızdan ve bana cevap verin, öyle bir ülke olduk ki, “vefa” sözcüğü boş bir mefkure gibi sadece ekranda, dizilerde geçiyor ama, hayatın akışında “vefa”, sadece İstanbul’da bir “boza” dükkânı?

Oysa nizamı kuranlar, vefa üzerine kurmuşlar. 

Vefa olmasaydı, arabalık, aile, komşuluklar, arkadaşlıklar olur muydu? 

Hele de devletler, ülkeler, milletler var olabilir miydi? 

Vefa, “unutmamaksa”, hep "hatırlamaksa", bir ve birlikte olmaksa eğer, bugün nasıl böyle kalabalıklar içinde yapayalnız yaşamlar artıyor, görmüyor musunuz siz de? 

Neden her derdin dermanını, “sanal alem efendilerinden” bekliyoruz? “Zekalarımız” bu kadar “yapay” hale nasıl geldi? Yoksa, adını koyamadığımız “bireysel yalnızlıklarımız” nedeniyle, “zeki” çocuk ve insanları artık fark edemiyor muyuz? 

Vefa… 

Ağzımızdan dökülen her hecede bir sitem saklı. 

Kimi zaman bir sokak adı, kimi zaman bir semt kahvesi… 

Ama en az olanı, bir insan hâli.

Artık kimse kimseyi ardına bakmadan beklemiyor. 

Gidenin gidişi, kalan için sıradan. 

Ne hatır kaldı ne gönül. 

Her şey hesaba, her şey çıkar dengesine bağlandı. Sanki herkes birbirinin vicdan muhasebesinde alacaklı.

Vefasızlık, bu çağın adı oldu da biz hâlâ “umut” diyoruz. 

Vefa beklediğimizde “fazla beklenti” diyorlar, unutamıyorsak “duygusal saflık”!

Oysa biz sadece “insan kalmaya” çalışıyoruz, “birileri” neye dönüştüğünün farkında mı?

Zulmeden “zalim” yaptığının “zulüm” olduğunu kabul etmiyorsa, edilen zulüm başka insanları, hayatı yaşamaktan ediyor, ölmeseler de ölmekten beter ediyorsa ve bu feci durumlara “başkaları da” sadece “zalim sevinsin” diye sessizse… 

Söylenenler söz müdür ve eski deyimle bu “sözler” gök kubbede “hoş sada” olabilir mi? 

Bir dostun “yokluğunu” gerçekten “fark” edebilir muyuz? Peki, fark edebilirsek, sorabiliyor muyuz “ben sana ne yaptım da selamı kestin” diye? 

Cevap yok.

Çünkü sormak, eski zamanların meziyetiydi. 

Şimdi susmak, sırt dönmek, göz devirmek moda. 

Hatta “sorabilsek de” artık gözlerinin içine bakarak, karşılıklı oturarak soramayız. Sosyal medyada son bir iki çift laf ya da “kısa mesajla” iki satır, veya cep telefonunda “engelleme”! 

Peki hani “insan” olma, “insanı, insan yapan kalbi değerler”

Ne gerek var? “Yapay zekalar” onu da halleder! 

Bir zamanlar aynı sofrayı paylaştığımız, dertlerimizi emanet ettiğimiz insanlar; şimdi bizi görmezden gelerek, kalabalıklar içinde “yoka” terk ediyor. 

Düşene bir tekme daha vurmak değil, düşeni hiç yaşamamış saymak oldu yeni ahlâk!

Yazık…

Bir vefasızlık çağında yaşıyoruz. Üstelik kimse bu oluşan vebalin farkında değil.

Vefayı, geçmişin naftalinli çekmecelerine hapsettiler. 

Artık mezar taşlarında, cenaze ilanlarında aranıyor. “Çok vefalı bir insandı” diye başlayıp, “hakkımız helaldir” diye biten ezber cümlelerde… 

Yaşarken kıymetini bilmediğiniz insanlara, ölünce şiir yazmak, gözyaşı nameleri düzmek kimseyi aklamaz.

Ne zaman ki, karşılıksız iyilik yapanı “enayi” olarak görmek bırakılır…

Ne zaman ki, bir dostun emeğine, hatırasına sahip çıkılır…

Ne zaman “bayramlardatatil yapılmaz…

Ne zaman anneler, babalar adına “huzurevi” denen “dört duvar” içine ölmeye kapatılmaz…

Ne zaman bir lokma yerken “dostumun da lokması var mı acaba” diye düşünülür yeniden…

O zaman “vefa” belki kalplerde yeniden doğar.

Ama bu hâllerle, vefasızlığın siciline bile geçilmez. Çünkü, sadece unutanlar değil; bilerek silenler tutmuş köşe başları… 

Lakin unutmayın…

En tehlikeli “unutuş”, kalpten olandır.

Bir gün, siz de “hatırlanmak” istersiniz… 

Ama ne yazık ki artık, herkes unutur. Bu topraklarda en önce vefayı öldürdüler çünkü.


3 Mayıs 2025 Cumartesi

“NOSTALJİK DURAKLARDA” HANGİ “OTOBÜSLER” DURACAK?



İnsan “yalnızlığı” tanıdıkça, beyninde "anılar" canlanıyor, yüreği sızlamaya başlıyor. Hele de bir bir yeni sıkıntılarla tanışınca aranmaya başlıyor. 

Hani bir otobüs olsa, geçse sokaktan, dursa durakta, binse o insan… 

Ama otobüs güzel dünlere gitse…


Dostluğun, arkadaşlığın, akrabalığın, bir kahvenin kırk yıl hatırının olduğu zamanlara. 

Paranın sadece ihtiyaç olduğu zamanlara, dostlukların, sırdaşlıkların ucuz pazar malları gibi tezgahlara düşürülmediği zamanlara… 

Sabah bir haber düştü önüme. 

İzmir Büyükşehir Belediyesi 1930’ların “otobüs duraklarını” yeniden canlandırmış. Ama o duraklar şimdilik sadece İzmir’in “aşağı mahallesine” yerleştirilmiş. Zaten eski fotoğraflarda da “İzmir” çoğunlukla “aşağı mahalle” ve civarı yok mu? 

Nereden gelmiş akıllarına “eski duraklar” bilemem, duraklar çağın farklarına da uydurulmuş, “yazın serin, kışın sıcak” olacakmış… 

Ama ben bu yazıyı “kerameti kendinden menkul İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni” iğnelemek için yazmıyorum ki... 

O eski durakları gördüm ya? 

Aldı beni götürdü kendi eski zamanlarıma. Ben o durakları hatırlamıyorum tabii… 1970, 1980 ve sonrası benim zihin arşivim…

Sahi o “nostaljik” duraklardan hangi “hatlar” geçecek? 

Mesela “Konak – İnsanlık” otobüsü geçer mi? 

Ya da “Karşıyaka – Vefa” veya “Fahrettin Altay – Merhamet”, yoksa "Talatpaşa - Liyakat" hattı da mı geçecek?

Eski güzel zamanlarda otobüs durakları daha “insaniymiş” aslında. Yağmur, soğuk falan düşünülmüş. Daha sonraları durakları, bırakın bekleyenleri koruyan alanlar olmasını, bir elektrik direğine asılan tenekeden ibarete dönmüş. Hele de “yukarı mahallelerde”, “arka sokaklarda” … 

Peki başka hangi hatlar geçer, geçmeli o duraklardan? 

“Alsancak – Adalet” “Eşrefpaşa -Hukuk” “Bornova – Eşitlik” otobüsleri? 

Ya “Balçova – Dayanışma” ile “Gaziemir – Paylaşma”? 

Peki duraklara isimler koysak? “İnce Ruhlu İnsanlar Durağı” mesela?

Ya da “Komşuluk Zamanları”, “Çocukluğumuzun Mahallesi”, “Bayram Ziyareti” ?

Ya da "Dost Hasreti"

Otobüs gelse, durağa yavaşça yanaşsa, kapılar açıldığında eski bir Ege türküsü duyulsa… 

Biz de binsek o otobüse. 

Camdan dışarı bakarken, babamızın elindeki gazeteyi görsek, annemizden gelen "İzmir geceleri" kolonyasının kokusunu çeksek içimize? 

Otobüs dursa Fuar'ın önünde, dalsak Lunapark'a

Durakları “nostaljik” yapmak mümkün de hatta “yapay zekâ” ile farklı konseptler de bulunur ama, bu hatları “hele de bugün” canlandırmak mümkün mü? 

Öylesine “mekanikleştik” ve öylesine “yalnızlaştık ki” hepimiz… Eski güzel zamanlarda o duraklarda “akrabalık, arkadaşlık” istikametlerine beklerdik otobüsleri. Sözleştiğimiz saate yetişmenin heyecanıyla hem de… 

O eski zaman otobüslerinin şoförleri de Eşrefpaşalı, Dayko’lu, Tepecikli, Bucalı jargonlarla konuşurdu. “İlerleyelim, durakta yolcu kalmasın”! 

Ama İzmir’in duraklarında artık eski otobüsler yok. 

Şoför amcaların “Buyur abla geç, arkalar müsait” dediği o günler de çoktan “indi” bu şehirden. 

Yerine dijital ekranlar geldi, duraklar artık sessizce yolcu geçiyor. 

Eski ama “güzel” zamanlarda da sıkıntılar çoktu, “ay sonları” gelmezdi… Ama “emekliler” harçlık dağıtır, bakkallar defter tutar, sabah kahveleri içilir, “nasılsın, iyisin inşallah” nidaları duyulurdu. Akşam oturmaları, kapı önü buluşmaları, kokusu çıkan yemeğin paylaşımı, düğünde, cenazede “bir olma” … 

Derdi olan derdini, kızgınlığı olan kızgınlığını göz göze gelince dillendirirdi. İki satır mesajla ya da “sosyal medya” denen “ruhsuz mecralara” yüklemezdi duygularını, isteklerini… 

Fakat şimdi hepimiz, çoğu zaman bu karanlığa düşüyoruz. 

En çok da “kötüler” seviniyor, şeytan seviniyor… 

Şimdi hepimiz belki de: “Biri ölmüş derler, üç günden sonra duyarlar, soğuk su ile yıkarlar” havasındayız biraz. Yunus Emre asırlar önce ne demiş, asırlar sonra biz neyi yaşıyoruz?

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin “nostaljik durakları” bana neler söyletti? Umarım sizin kalbinizde de güvercinler havalanmıştır!

Çoğu insanın, kendini “doğru” ve “haklı” gördüğü bu dünya da, belki de “yalnızlık” bulunmaz nimet.. 

O “nostaljik duraklarda” meçhul hatların otobüslerini kim bilir kimler bekleyecek? 

Ama kimse kimseye “bir selam” verip, “nereye gidiyorsun?” diye sormayacak. 

Çünkü herkes illaki “bir yere gidecek” ama kimse “eski güzel günlere” uğramayacak. 

Ve “duracak” ışığı sadece “mutlak sonda” yanacak! 

hasantahsink@gmail.com 


KILAVUZU KARGA OLANIN…

  *** Okuyacağınız satırlar, bazı meslektaşlarım ve bazı CHP’li kodamanlar için “şahsi duygularla” yazıldığı iddia edilecek olsa da İzmir’de...