"Ben ne dersem o olur" ya da "öyle uygun gördük" anlayışıyla tarih bilimi olur mu? Onca yazılan eser, bilim adamı dururken, muhtemeldir ki birkaç siyasetçinin "canları istediği" için, aynen kendileri gibi düşünen ve tarih ile meşgul olanlara baskıyla "tarih yazılır mı" ya da tarih yeniden kurgulanır mı?
Tabii ki olmaz... "Olurmuş" gibi görünse de olmaz.
Çünkü tarih ve tarih araştırmacılığı, öyle "hobi" görenlerin bir kısmının sandığı gibi "statik" değil oldukça "dinamiktir"... Tarih ne kadar istenirse istensin gizlenemez, yok sayılamaz.En fazla, "gizlendiği" ya da "saklandığı" düşünülür.
Tarih, olmuş; bitmiştir. Saklı tutulmaya, değiştirilmeye çalışılırsa da tepkisi çok ağır olur. Bunun için sadece "tarihin" kendisine bakmak yeterlidir. O kadar çok örnek vardır ki... Önce "fetih, fethetmek" sözcüğüne bakalım.
Nedir "fetih, fethetmek"?
Bir amaç, bir inanç uğruna savaşarak bir yeri zaptetmek.
Yanlış mı?
İstanbul'un Fethi örneğin. Tarihinde, olan bitende bir kuşkumuz var mı? 29 Mayıs 1453 tarihini tartışıyor muyuz?
Ya da Sultan 2. Mehmet'in "Fatih" olmadığını iddia edenimiz var mı?
Onca gün süren kuşatmayı, onca kuşatma öyküsünü, şehitleri tartışıyor muyuz?
Çünkü 29 Mayıs 1453 tarihinden Osmanlı Sultanı 2. Mehmet, İstanbul'u fethetmiş, çağ kapatıp çağ açmış ve tarihe "Fatih" olarak kayıt olmuştur. Üstelik, İstanbul, Fatih Sultan Mehmet'in ordularınca fethedildiği tarihten itibaren "devlet merkezi" olmuş ve 466 yıl 9 ay ve 17 gün Türklerin egemenliğinde kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası emperyalist paylaşım yüzünden 16 Mart 1920'de işgal edilmiş, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde ulaşılan İstiklal zaferi sonrası, 6 Ekim 1923'de kurtarılmış ve Türk egemenliği devam etmiştir.
Peki İzmir?
Türk Tarih Kurumu ile İzmir Valiliği ısrarla "fetih" sözcüğüne yer bulmak için İzmir tarihini yendien mi yazmaya çalışıyor? Yoksa bu "fetih" sözcüğünün ısrarla kullanılması, İzmir'in tarihindeki 9 Eylül 1922 zaferini, gerçekten, gölgelemeyi mi amaçlıyor?
Bir sözcüğe takılıp kalmıyoruz. Sadece "Fetih" sözcüğünün kültürümüzdeki devasa karşılığının ve sonuçlarının İzmir tarihindeki 1081'i karşılamadığını iddia ediyorum! Hem İzmir'in "Türkleşmesi" ya da "İzmir'in Türk akınlarına uğrayıp bir Türk Yurdu" olmasına kim karşı çıkıyor?
Çaka Bey'in 1081'de başlayan 16 yıllık hakimiyeti, İstanbul'un alınması olayındaki "fetih" kavramıyla açıklanamaz. Bu, İzmir ve çevresinde Türk egemenliğinin başlaması olarak değerlendirilmelidir. Pek çok tarihçi bilim adamı da bunu böyle yazmıştır.
Kaldı ki, kısa bir süre önce "İzmir 700" sloganıyla başlatılan bir çalışma, ne oldu da "936 yıla" çıkarıldı.
Yineliyorum "Fetih" sözcüğü ve anlamının İzmir tarihinde oturtulacağı bir "olay" yoktur. "İstanbul'un Fethi" gibi çok büyük çapta bir savaş, kuşatma, zafer yoktur.
İZMİR'İN FETHİ Mİ?
Türk Tarih Kurumu, 9 Eylül 2016'da Konak Meydanı'nda açtığı "9 Eylül Sergisi" sırasında vatandaşlara bir broşür dağıttı ki, biz de öyle öğrendik İzmirliler olarak bu süreci.
"TC Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurmu" başlığıyla hazırlanan broşürün konusu "İzmir'in Fethinin 936'ncı Yıldönümü Kutlamaları ve Şehit Umur Gazi'yi Anma Etkinlikleri, 25 Mart 2017"
Bu broşür daha kapak kısmından başlıyor çelişkilere.
Bugünden 936 yıl önceye gittiğimizde karşımıza 1081 yılı çıkıyor.
1081 yılında İzmir, bugünkü İzmir değildi.
İki ayrı bölgeden oluşan bir kentti hatta yerleşim yeriydi.
Bir bölge "Yukarı Kale" dediğimiz bölge, diğeriyse "Aşağı Kale, Sahil" dediğimiz bölgeydi. 1081'den sonra "Aşağı İzmir'de" çoğunlukla gayrımüslimler yaşadığından "Gavur İzmir" adlandırılması da ortaya çıkmıştır.
1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu doğudan batıya pek çok Türk akını yaşamıştır. Örneğin Kutalmışoğlu Süleymanşah 1080 yılında İstanbul'a çok yakın olan İznik'i almış ve devletin merkezi yapmıştır. 1081 yılında da Çaka Bey'in İzmir'in "Yukarı Kalesi'ni" aldığı bilinir.
Şimdi bir alıntı yapacağım, dikkatlice okumanızı diliyorum.
Değerli tarihçi akademisyen Yusuf Ayönü, 2009 yılında "Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi" içinde "İzmir'de Türk Hakimiyeti'nin Başlaması" başlıklı bir makale yayımladı. Bolca kaynaktan yararlanarak ve bu kaynakları da belirterek yazdığı makalesinin "özet" bölümünde aynen şu ifadelere
yer verdi:
"İzmir'i 1081 yılında Çaka Bey ele geçirir. Böylece şehir ilk defa Türklerin kontrolüne girmiş olur. Ancak Haçlılar sayesinde 1097 yazında tekrar Bizans hakimiyetine geçer. Üç yüz yıldan fazla bir süre Bizans idaresinde kalan İzmir, 1317'de Aydınoğlu Mehmet Bey'in Kadife Kale'yi, 1329'da oğlu Umur Bey'in Liman Kalesi'nin ele geçrimesiyle tamamen Türklerin elinde geçer. 1343 yılı sonlarında Haçlılar, Liman Kalesi'nin ele geçirir. Bu tarihten sonra şehir, Emir Timur'un, 1402'de Liman
Kalesi'ni zaptına kadar Liman Kalesi Haçlıların, Kadife Kale Türklerin elinde olmak üzere ikiye
bölünür. Emir Timur'un Anadolu'dan ayrılmasından sonra, Aydınoğullarından Cüneyd Bey İzmir'in
idaresini ele geçirir. Cüneyd Bey'in İzmir ve çevresindeki hakimiyeti 1426 yılına kadar devam eder
ve bu tarihten sonra şehir Osmanlı idaresine geçer."
Türk Tarih Kurumu'nun hazırladığı broşürün daha konu adında tuhaflıklar var.
1081 baz olarak anılıyorsa, İzmir "iki kısımdan da" oluşuyorsa nasıl bir "fetih" söz konusu?
Kaldı ki 1081'de aktör Umur Bey değil Çaka Bey'dir... Peki konu başlığındaki Umur Bey'le 1081 arasında nasıl bir bağlantı var? Umur Bey'i, Çaka Bey'in önüne geçiren nedir?
Çaka Bey'in İzmir'in bir bölümünü almasından 15 yıl sonra, 1096 ya da 1097'de İzmir, Bizans'ın elindedir. Bizans'ın İzmir Valisi Kaspaks'ın, kendine yönelik bir yaralamalı saldırı bahanesiyle 10 bin müslüman Türk'ü öldürtmesi yaşanmamış mıdır? Peki "fetih" ve 1081 yan yana gelebilir mi? Kaldı ki 1081'den neredeyse üç yüz yıl sonra ortaya çıkan Aydınoğlu Mehmet Bey ve Umur Bey'in, 1081 ile ilişkisi nedir?
Söyler misiniz İzmir kaç kez "fetih" edilmiştir ve Türklerin elinde kadim olarak ne zaman kalmıştır?
Yusuf Ayönü hocanın makalesine dönüp bir kez daha okumak, kaynakçasına bakmak gerekiyor. Anlaşılan Türk Tarih Kurumu, konuyu "tarihsel" olarak değerlendirmemiş.
İzmir Valiliği de tarih otoriteleri bulunan İzmir Üniversitelerini değil, sadece Türk Tarih Kurumu'nu
muhatap almış.
(Türk Tarih Kurumu'nun değerlendirmesini yapmayacağım. 12 Eylül darbesinin mutasyona soktuğu bu kurumun, Atatürk'ün ideallerinden ne kadar uzaklaştığını anlamak için alim olmaya gerek yoktur.)
Konumuza dönelim.
Türk Tarih Kurumu, 9 Eylül 2016 tarihinde İzmir Konak Meydanı'nda bir "9 Eylül fotoğraf sergisi" açtı demiştim. Aslında bu sergiyi gezen bir yurttaş olarak, o gün orada bulunan "görevliye de"
söylemiştim. İzmir'in son kadim zaferi olan ve bugün Türklerin en güzel şehri olan İzmir'in 1922'de alınmasıyla ilgili bu kadar zayıf ve sıradan bir sergiyi, TTK'na yakıştıramamıştım. Oysa o gün dikkatimi bu kadar çekmedi "25 Mart" süreci.
O gün dağıtıma başlamıştı bu garip broşür. Dört sayfalık, iki yapraklık bu broşürün son sayfasında "konunum önemi ve anlamı" anlatılmış.
Eksiksiz paylaşıyorum sizinle:
"İzmir 1081 yılında Çaka (Çakan) Bey tarafından Bizans'tan alınmıştır. Tarih kaynaklarında İzmir'in Çaka Bey tarafından fethinin ay ve gününe dair bir kayıt bulunmamaktadır. Birinci Haçlı Seferi sırasında Türklerin elinden çıkan İzmir, 1316 yılında Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından yeniden fethedilmiştir. İzmir'in tamamının fethi ise (Kadifekale'nin ötesi) 1328 yılında Umur Gazi tarafından
olmuştur. 1345 yılında Papa'nın çağrısı ile Venedik ve Cenevizlilerin İzmir'e yaptığı bir Haçlı Seferi sonucunda İzmir Limanı ve çevresi yeniden Haçlı Şovalyelerinin (Hospitalier şovalyeleri) eline geçmiştir. Umur Gazi, deniz seferlerinden dönerek 25 Mart 1345 tarihinde (o zaman için yortu gününe tekabül ediyordu), iç kale İzmir'inin kuşatmış ancak alamamıştır. Umur Gazi 1348 yılının yine Mart ayının sonlarında İzmir'in iç kalesini kuşattığı sırada Haçlılar tarafından, kaleden atılan bir okla şehit olmuştur. Bir İslam Gazisi ve Şehidi olarak Umur Gazi'inin anılması ve İzmir'in Fethi'nin 2017 yılından itibaren resmi kutlamalarla başilatılması İzmir'in Fethi kutlamaları, Şehit ve Gazileri anma anlamında yapılacak merasim ve programların 25 Mart'a denk gelen hafta boyunca düzenlenmesi anlamlı olacaktır. 25 Mart 2017 günü İzmir'in kuşatılması ve fethinde en çok dikkati çeken tarihlerden biridir. Fethin olduğu yıl kesin olmamakla birlikte farklı günler söz konusu olduğundan 25 Mart tarihinin (gününün) Umur Gazi'nin şehit olduğu güne uygun düştüğü
görülmektedir.
Sonuç olarak İzmir'in fethinin 1081 yılı esas alınarak kutlanması, yeni bilgi ve belgeler ortaya çıkıncaya kadar 25 Mart gününün anma günü olması yerinde bir tarih olarak belirlenmiştir.
TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞI"
Aslında hiç uzun yazmaya da gerek yok. Çünkü dayatılmaya çalışılan "tarihin" objektif bir bakışa sahip olmadığını üzülerek görmekteyiz. İzmir'de tutmayacak bu girişim, bunu "dayatmaya"
çalışanları tarih önünde ne duruma düşürecek, ileride gelecek kuşaklar yazacaktır mutlaka. İzmir ile ilgili bir olayı, İzmir'de bu kadar tarih bölümü, araştırmacı varken, sadece "biz böyle uygun gördük"
anlayışına sahip kişilerce yürütülmesi ne kadar hazindir.
İzmir'in Türkleşme tarihinde 1081 yılına asla kimse karşı çıkamaz.
Çaka Bey'in, Mehmet Bey'in, Umur Bey'in, Timur'un, Cüneyd Bey'in, 2. Murad'ın ve tabii ki Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın birbirlerinden ayrılması, birinin diğerine üstün ya da değerli kılınması
kimsenin haddine değildir. Tarih böyle değerlendirmeleri zaten kabul etmez. Fetih dediğiniz, bir şehrin, ülkenin, bölgenin savaşlı ya da savaşsız ele geçirilmesidir. Feth edilen yer, elden çıkmışsa bu fetih, fetih kalmaz. Yeni fethe kadar ve yeni fetih tarihleri de önemlidir. 1081 İzmir için Türkleşmenin başlangıcı kabul edilebilir. Ama Fetih dediniz mi, ardını, öncesini, sonrasını da koymalısınız ortaya. Çaka Bey'e ait bir tarihi, Çaka Bey'den 236-238 yıl sonra yaşamış ve bu uğurda şehid olmuş bir kahramana yapıştıramazsınız. Sahil Kale'yi feth edip, İzmir'i bir bütün olarak hakimiyetine almak isteyen ve bu uğurda şehid olan, şehit olduğu tarih de 1348 olan Umur Bey'e saygısızlık yapmaya kimsenin hakkı yok.
Burada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum.
Bu etkinliklerin olacağını, 9 Eylül 2016 sürecinde, halkımıza dağıtılan "İzmir'in Fethinin 936'ncı Yıldönümü Kutlamaları ve Şehit Umur Gazi'yi Anma Etkinlikleri, 25 Mart 2017" broşürüyle öğrendik. Ancak daha sonra İzmir Valiliği'nde yapılan toplantı sonuçlarında, durumun biraz
değiştiğini de fark ettik. Başlıktaki "Umur Bey" vurgusu, yerini Çaka Bey'e döndürmüş. Ancak, ısrarla üzerinde duruluna "fetih" vurgusundan tuhaf şekilde vaz geçilmemiş.
Valilik konusuna girmeden değinmek istediğim bir konu daha var.
"25 Mart 1081 – 2017" etkinliklerine web sitesinde ciddi yer ayıran Türk Tarih Kurumu, etkinlik süreçlerinde bir uluslararası sempozyum, bir logo tasarım yarışması ve kitap günleriyle bazı başka etkinlikleri de duyurmuş.
Uluslararası Sempozyum konusuna da dikkatinizi çekmek istiyorum.
TTK web sitesinden öğrendiğimize göre "1081 İzmir'in Türkler Tarafından Fethi ve Çaka Bey Uluslararası Sempozyumu" adıyla yapılan duyuruda, "önemli tarihler" alt linkine tıkladığımızda bakın neler çıkıyor:
"Sempozyum Yeri: İzmir Sempozyum Tarihi: 25 Mart 2017
Özetlerin (300 kelime) Gönderilmesi İçin Son Tarih: 15 Kasım 2016
Kabul Edilen Özetlerin Duyurulması: 21 Kasım 2016
Tam Metinlerin Gönderilmesi İçin Son Tarih: 30 Aralık 2016
Kabul Edilen Bildirilerin İlan Edilmesi: 10 Ocak 2017"
Yani?
Yani şu. Biz o broşürü elimize aldığımız 9 Eylül 2016 tarihinde bu sempozyumun düğmesine çoktan basılmış. Çünkü uluslararası sempozyumlar, öyle bir ayda duyurulup bir ayda katılım istenemez.
Devam edelim.
TTK web sitesinde, sempozyumla ilgili sayfada "Sempozyum konu başlıkları" linkine tıkladığımızda ise şunlarla karşılaşıyoruz:
"– Çaka Bey
– İzmir’in Fethi
– Dönemin Kaynaklarında ve Araştırma Eserlerde Çaka Bey
– Edebi Eserlerde Türk Denizcilik Faaliyetleri ve Çaka Bey – Tarih Ders Kitaplarında Çaka Bey
– Türk Denizcilik Tarihi
– Türk Bizans İlişkileri"
Konu başlıklarının üzerinde dikkatle durduğumuzda, broşürdeki Umur Bey'in ve sonrasının esamesinin okunmadığını, ilk açıklanan "fetih" ile "sempozyumdaki fethin" aynı ruhta olmadığını rahatlıkla görüyoruz.
Peki zorlamaya ne gerek var?
Neden "Çaka Bey ve Fetih" yan yana geliyor. Çünkü Çaka Bey Fatih Sultan Mehmet gibi bir "Fatih" değildir. İzmir'de "Çaka Beyliği" adıyla bir Türk egemenliği kurduğu hakikattir ve hakimiyeti 15
yıllıktır. 1096 ya da 1097'deki 10 bin müslümanın Bizanslılarca katledilmesini hatırlatmak isterim.
Bu sempozyum sadece "Çaka Bey, denizcilik ve Türk – Bizans ilşikileri" bağlamındadır.
Hemen söyleyim, bu sempozyum çok da yararlı olabilir. Asla da karşı değilim. Benim hassasiyetle üzerinde durduğum oldukça havada kalan "fetih" konusudur.
İzmir'in 1081 ile 1922 arasındaki tarihini, halkımızın da anlayacağı bir şekilde masaya yatırmak muhteşem bir çalışma olur. Siyaset kaygılarından uzak, objektif bilimselliklte tartışmalarla, İzmir'in ufkunu açabilecek bir girişim olur. Lakin tarihsel akötörler arasında taraflılık önce tarih bilimine ihanet olur. Çaka Bey ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk arasında taraf tutma eğilimi, ne yazık ki cahil siyasetin Türkiye'ye son yıllarda kattığı bir kötülüktür.
25 Mart 2017'de çeşitli etkinlikler "İzmir'in Fetih yıldönümü" diye anlatılacak.
Bu etkinliklerin başrolündeki İzmir Valiliği ise kendi resmi web sayfasında, İzmir tarihine ilişkin saptalamaları zaten ortaya koyuyor.
Aynen aktarıyorum şimdi:
"İzmir, XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarihinde yaşadığı önemli dönüşüm evrelerinden birisine daha girdi. Kentteki Doğu Roma egemenliği tartışmalı hale geldi. Bu dönemde Doğu Roma İmparatorluğu ile bölgeye ulaşan Türkler arasında İzmir'in bir kaç kez el değiştirdiği bilinmektedir.
1071 yılında Büyük Selçuklu Ordusu'nun Doğu Roma Ordusu karşısında kazandığı zafer, Anadolu tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur. Nitekim 1071'den kısa bir süre sonra 1076 yılında, İzmir önlerinde Türk kuvvetleri görülmeye başlamıştır. Aynı yıl, İzmir kısa bir zaman sürecek olan Türk egemenliğini de tanıyacaktır. Bu dönemi, büyük Türk denizcisi Çaka Bey'in 1095 yılına kadar devam edecek olan egemenlik yılları izler. İzmir'deki bu ilk dönem Türk egemenliği, yaklaşık yirmi yıl sürer. Bu olaydan sonra ilk haçlı seferini (1096) izleyen günlerde, Doğu Roma kuvvetleri kenti ele geçirirler. Türklerin kısa bir dönem yönettikleri İzmir, yeniden bir Doğu Roma kenti haline gelir ve
1317 yılına kadar kentin bu konumu değişmeden kalır.
XIV. yüzyılda İzmir, Doğu Roma yönetiminde olmakla birlikte, 1261 Nif antlaşmasıyla İzmir'de yerleşim hakkını elde eden Cenevizliler ve Venedikliler, kentte ticari açıdan etkin bir konuma yükselmişlerdir.
İzmir, 1317 yılında bir Türkmen Bey'i olan Aydınoğlu Umur Bey'in denetimi altına girer. 1344 yılında Papa VI. Clement'in örgütlediği, Venedik, Kıbrıs ve Rodos şövalyelerinin katıldığı bir Haçlı seferinde Liman Kalesi Latinlerin eline geçer ve Pagos Dağı'nın zirvesindeki Kadifekale ise Türklerin egemenliğinde kalır. Böylece kent, uzun bir süre devam edecek olan bu yapısına kavuşmuş olur, yukarıda "Türk İzmir" ve aşağıda "Hıristiyan İzmir" olmak üzere ikiye bölünür.
XV. yüzyılın başında Timur İzmir'e bir sefer düzenleyerek, Rodos şövalyelerinin egemen olduğu Liman Kale'yi ele geçirir ve onu yıktırarak, Türkmen Aydınoğlu Beyliği'nin canlanmasını sağlar ve İzmir'i Umur Bey'in torunu Aydınoğlu Cüneyt Bey'e verir. 1426'da Osmanlılar, Aydınoğlu Beyliği'ne son vererek, Batı Anadolu ve İzmir'i egemenlikleri altına aldılar. Böylece, Osmanlı egemenliğine dek süren İzmir'in yönetsel belirsizliği de sona ermiştir. Osmanlı egemenliğine girdiği dönemde küçük bir kasaba konumunda olan İzmir, Osmanlı Barışıyla birlikte nüfusu artmaya başlayınca, 1528-1529 yıllarında Türkler, tepedeki yerleşim yerlerinden limana doğru yönelerek, Yukarı Kale ile Liman Kalesi arasında kesintisiz bir Türk yerleşim kuşağı oluşturmuşlardır.
(...)
I. Dünya Savaşı'nın yitirilmesi, İzmir ve Ege için bir sonun başlangıcı oluyordu. 15 Mayıs 1919'da başta İzmir olmak üzere, tüm Ege Bölgesi Yunan işgali altına giriyor ve bölgede yeni bir yapılanma başlıyordu. I. Dünya Savaşı'nın galip devletleri, işgalle, Osmanlı Devleti'ne Sevr Antlaşması'nı imzalatmayı hedefliyorlardı. Sevr Antlaşması, başta İzmir olmak üzere, Ege Bölgesi'nin Yunanistan'a bağlanmasını öngörüyordu. İzmir'in işgaliyle birlikte, Ege'de işgalci Yunanlılara karşı Türk ulusal direniş hareketi başlar. İzmir'de Gazeteci Hasan Tahsin tarafından atılan ilk kurşun Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcını simgeler.
İzmir'in işgali ve bu işgalden kurtuluşun Türkiye'nin siyasi tarihi açısından çok önemli sonuçları
olmuştur. İzmir'in kurtuluşuyla birlikte; monarşik, teokratik ve çokuluslu bir imparatorluktan, ulusal, laik ve çağdaş bir Cumhuriyet'e geçişin kapıları ardına kadar açılmıştır.
9 Eylül 1922'de Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesi ile Yunan işgali sona erer. Ancak, İzmir 13 Eylül sabahı tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşamaktan kurtulamaz. Basmane semtinde başlayan yangın, 2.600.000 metrekarelik bir alanda 20.000'den fazla ev ve işyerini yok eder. İzmir, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu sonrası "Zümrüdü Anka" kuşu gibi kendi külleri içinden adeta yeniden doğar. "
İzmir Valiliği, 25 Mart 1081 sürecini, Türk Tarih Kurumu anlayışıyla birleştirerek yeni bir anlayışa oturtmaya çalışıyor. Valilikte yapılan ve TTK Başkan yardımcısının da katıldığı toplantı sonrası, basına yapılan açıklamanın son bölümü de oldukça ilginç:
"Tıpkı İstanbul’un Fethi gibi 1081 İzmir’in Fethi de Türk tarihi açısından bir kırılma noktası olmuş, bu tarihten sonra Türkler Anadolu’daki varlıklarını güçlendirmiştir. Bu toprakları sadece bir ülke değil, bir tarih, bir medeniyet, bir inanç ve kültür kalesi haline getirmişlerdir. Bu şuurla tüm kurumlarımızla bu önemli günün genç beyinlerde hak ettiği yeri ve önemi kazanması için daha çok çalışacağız. Çünkü tarihten ibret almasını bilmeliyiz. Eğer ibret alırsak olumsuz olayların tekerrür etmesine engel olabiliriz.”
Oysa 1081 tarihinin 1453 ile "birleşeceği" bir yer yok.
İstanbul'un fethini alıp, 1081'de İzmir'in resmi Türkleşme sürecinin başlayışına benzetmek ve iki tarihi de ortak milli tarihimizin "kırılma noktası" kabul etmek son derece yanlıştır. Fetih kelimesinin İzmir için tam olarak kabul edilebileceği iki tarih vardır ve iki de aktör. Biri II. Murad diğeri Mustafa Kemal Atatürk. Diğer aktörler, tarihen önemli, değerli şahsiyetlerdir. Ancak "Fatih" ünvanının oturduğu şahsiyetler değildir. Çaka Bey ise yıllardır, büstünün bile sahip çıkılmadığı, İzmir'i bugünlere ulaştıracak Türkleşme hamlesini yapan bir başlangıç aktörüdür. Kendi içselliğinde "Fatih" denilebilse de abartmamak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder