Bağımsız ve
bağlantısız kaleme aldığım ilk yazının konusunun, ölümüne sevdiğim şehrimin mesleğim
olan basını olacağını bilemezdim.
Geçtiğimiz
günlerde İstanbul merkezli ve vergisini de İstanbul’da ödeyen bazı gazete
yönetimleri, İzmir’de kendi kontrollerinde yayınladıkları ekleri kapatma kararı
almışlar. Oralarda çalışan gazeteci kardeşlerim için tabii ki çok kaygı verici
bir gelişme. Lakin başta İzmir Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere, İzmirli iş
insanlarının örgütlerinin üst üste “salya sümük” açıklamaları benim asfalyaları
attırdı.
İşin garip
tarafı o açıklamaları yapanlar acaba gerçekten ne söylemeleri gerektiğini
biliyorlar mı? 1993’ten beri İzmir’de televizyon gazeteciliği, köşe yazarlığı
yapan bir İzmirli olarak, İzmir’in bugünkü kimlik yozlaşmasının birincil
nedeninin, İzmir sermayesinin şehir aidiyetsizliği olduğunu biliyordum da bu
kadarını da beklemiyordum.
Ama asıl
tuhafıma giden İGC’nin bu olayı hiç olmayacak kadar abartıp, konuyu “İzmir’in
sesini kısma” noktasına getirmesi. Ardından EGİAD ve İZSİAD da adeta “salya
sümük” 2 üç sayfalık İstanbul gazete ekleri için feveran etmeleri.
Peki neden
böyle oldu da benim "asfalyalar" attı?
Yerel basın ve
medyada olmayanlar hatırlamaz, mesleğe “basın danışmanlığı” ile başlayıp, İstanbul’un
eklerinde “gazetecilik” yapanlarsa hissetmez! 90’lı yıllarda İzmir gazeteleri,
İzmir ve İzmirlinin sesini Türkiye’ye değil dünyaya duyuruyordu. Yayın yapan
televizyonlarsa ki, EGE TV, Kanal 1, SKY ve Yeni Asır TV, daha sonra İzmir TV,
Kanal 35 TV, İstanbul merkezli ekranların İzmir’de caka satmasını ciddi ciddi engelliyordu.
Peki bu TV ve
gazeteler nasıl yaşıyordu? İşte olayın en ince tarafı. Çünkü 90’ların başında
İzmir’in kimlik sorunu yoktu. Demografik durumsa İzmirlilik üzerineydi. Henüz siyasi
partilerde nepotizm ve feodal kayırmacılığı “demokrasi” sanmıyordu. Burhan
Özfatura, Yüksel Çakmur, Kutlu Aktaş, Metin Öney, Kemal Anadol, Ahmet Ersin, Ekrem
Demirtaş, Tuğrul Yemişçi, Cemal Tercan ve Mehmet Ali Susam, Salih Esen, Atıl
Akkan, Necip Kalkan, İsmail Sivri, Erol Akıcılar, Yılmaz Temizocak, Esin
Özgener, Ender Yorgancılar ve adını hatırlamadığım pek çok irade, her ne olursa
olsun İzmirli olmanın gururunu yaşar ve yaşatırdı.
Başlı başına
Yeni Asır bir okul ve ekoldü, Telgraf, akşam üzerleri çıkar ama Sezer Doğan
İzmir basınının ağabeyi, babası gibiydi. Kordon’da rakipler oturur, bira, çay
içer günü tartışırdı.
İşte bu olağan
üstü uygar durum, İstanbul baronlarının dikkatini çekti. Sanıyorum 90’ların
sonunda ilk “ek” açıldı… Sonra diğerleri… Bu arada adına “haber ajansı” denilen
kuruluşlar da açılmaya başladı.
Fakat her şeye
rağmen İzmir iş dünyası özellikle Ekrem Demirtaş ve Necip Kalkan’ın irade
olduğu dönemlerde İzmir Basınını “yok saymadı”.
Bir zaman sonra
önce İzmir iş dünyası, özellikle basın, halkla
ilişkiler ve ajans işlerini İstanbul’a kaydırdı. Bu durum ileride İzmir Büyük Şehir Belediyesi'nin de İzmir basınıyla “reklam ilan” konularını İstanbul’daki İzmir
bilmez, küstah ajanslara vermesiyle devam etti.
2000’le başlar
İzmir özgün ve özgür basınının güç kaybı… İş dünyasındaki koltuk değişimleri, İzmir
şirketlerinin ve tabii Yeni Asır gibi İzmir’in en önemli basın kuruluşunun
İzmirli olmayanlarca satın alınması, belediyelerin basına ayrımcı yaklaşmaları
ve kadrolarına İzmir dışından İzmirli olmayanları getirmeye başlamaları, bazı
talihsiz ve kaygı verici maddi menfaat savaşlarının da başlamasına neden oldu.
Bu arada hemen
belirtmeliyim, İzmirli gazeteciler arasında, rekabete rağmen dostlukların,
arkadaşlıkların, yardımlaşma ve dayanışmanın yapaylaşması da 2000’le birlikte
başladı. Hatırlatmalıyım, 1990’larda bir TV muhabiri, maaşıyla yuva kurma
becerisi gösterirken, 2024’te sefalet ücreti olan asgari ücretle özgürlük
mücadelesi veriyor görünüyor.
2000’li yıllar
İzmir’in televizyonlarının kapanmalarını getirdi. İstanbul ekranlarında alenen
İzmir’i yok sayan, güya demokrat ama zır cahil ekran kuşlarının İzmir’de idol
olarak görülmesine yol açtı. İşte İzmir’in iş dünyasının, İzmir’e
yabancılaşması, İzmir’in dinamik ve potansiyellerini bilmemesi, basınıyla
iletişimi koparması ve İstanbul’u bir “amaç” görmesi İzmir’in o asırlık basın
anlayışını da bozdu.
Şu anki Ticaret
ve Sanayi Odaları ve Esnaf teşkilatlarıyla irili ufaklı, kadınlı erkekli
sermaye örgütlerinin İzmir anlayışlarının olmadığı ya da darlığı, İzmir
aidiyetlerininse kesinlikle sıfır düzeyinde olduğunu, son açıklamalarda
görebiliyorum.
Oysa Mahmut
Özgener de Ender Yorgancılar da İzmir’in çocukları, babalarının İzmir
ekonomisine, sosyal hayatına katkılarını kimse unutmaz. Lakin örneğin merhum
Sancar Maruflu’nun şirketi Hisdaş’ın yaşadıklarında, İzmir’in yabancılaşmaya
başlayan siyasi aktörlerinin ve tüm ilişkilerini İstanbul’a devreden şirket
sahiplerinin vebali bulunmaktadır.
Ciddi olarak meraktayım. İGC, İzsiad ve Egiad gerçekte neden bu kadar üst perdeden tepki koydular, eklerin kapanmasını İzmir’in sesinin kısılmasına bağladılar?
Kendileri değil mi İstanbul boyalı medyasını,
riyakar ekran aktörlerini, İzmir’e “kahraman” “duayen” “eşsiz” diye dayatan?
İGC değil mi
gazetecilerin önemli günlerinde kendi meslektaşlarına mikrofon vermeyip ya da
sadece başkanın seçmenlerine veriyormuş gibi, yapıp, İstanbul’dan gelenleri
Kordon’da ağırlayan? İGC son yıllarda “gazetecilerin gazetesini” dahi
antidemokratik bir bakış açısıyla İGC’nin çiftliği yapmadı mı? İGC tüm
gazetelere, haber sitelerine, internet televizyonlarına, dergilerine eşit
mesafede mi duruyor?
Gelelim yazları
Çeşme kışları Kordon yaşantılarında “iş dünyası” oluşturan muhteremlere. Açıkça
soruyorum şimdi, siz İzmir’de kaç gazete yayınlanıyor biliyor musunuz? Bu
gazeteler nasıl yayınlanıyor biliyor musunuz? İzmir’de muhabirlik yapmanın
güçlüğünü ve bu çocukların nasıl sefil ücretlere mahkûm ve muhtaç olduklarını
biliyor musunuz? Sizin reklam ve ilan şirketleriniz neden İstanbul üzerinden iş
götürüyor?
İstanbullu
tüpçü ek kapatıyor diye bunca salya sümük tuhaf isyanı, YENİGÜN, İLKSES, EGE
TELGRAF, HABER EKSPRES, YENİ BAKIŞ, TİCARET GAZETESİ, İZ GAZETE, YENİ İZMİR
GAZETESİ kapansaydı yapacak mıydınız?
Evet 9 Eylül
Gazetesi’ni saymadım zira o gazete “gazetecilerin” değil İGC Başkanının
gazetesi.
Hep söyledim yine söylüyorum.
İstanbul’un ağır kapitalist baskısı İzmir’i kendi köyü haline getirecek. İzmir’de son 20 küsur yıldır, CHP yerel iktidarına rağmen, son seçimlerdeki nepotizm tsunamisi ne yazık ki iradelerden “İzmir aidiyetini” yok etti.
Bugün İzmir’in sokaklarında kaybolacak kadar İzmir cahili olanlar,
İstanbul, Malatya, Muğla, Batman'dan getirilip İzmir’in kaderine hükmedecek siyasi
noktalarda konuşlandırılıyorlar. Şahsen ben, 30 yıldan fazladır bu kentin sokaklarındayım ama ilk
kez yabancılık çekiyorum.
Söyler misinin bu işin sonu nereye gider?
Neden İzmir’de “cahile alim boğdurma” işinin azmettiricileri belediyeler, partiler, iş dünyası örgütleri ve İGC?
Neden İzmir’de empati, vicdan, merhamet, sorgulama, vefa, geçmişe sahip çıkma kalmadı? Neden artık İzmir'de gazeteci, gazetecinin dedikodusunu yapıp itibarsızlaştırmayı rekabet sanıyor?
Sözün sonuna
gelince.
İGC yönetimi de
bilsin ki!
İş Dünyası da
bilsin ki!
CHP’den
başlayarak tüm siyasi aktör ve kurumlar bilsin ki!
İstanbul
gazetelerinin ekleri İzmir’de kapandı diye saçma sapan karşı çıkan tüm
samimiyetsiz ve kendi kentine kör olanlar bilsin ki, bu can bu tende oldukça
susmayacağım. Yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim.