Uzun
zamandır "yazmak" istiyorum aslında...
Aslında
yazacak da çok konu var, sabrediyorum... Taşın uzaktan
gelmeyeceğini çok iyi anladığım bir ortamdayım. Sürekli "taş
yiyorum" hem de "en yakınımda" dediğim yerlerden...
Eskisi
kadar çok konuşmuyor, yazmıyorum...
Ama
yazmamı engelleyen bir durum da yok...
Bulunduğum pozisyon aslında
mesleğimi de yapmamı sağlıyor ama, dedim ya "yakından
yediğim taşlardan" darbeliyim...
Artık çoğu düşüncemi "not"
alıyorum, paylaşmıyorum.
Yüreğimde, beynimde kopan fırtınaları
kimseler bilmiyor, bilmeyecek de... "Dostum, kardeşim,
arkadaşım" diye bildiklerimin ne kadar bu bağlara sadık
olduklarından artık emin de değilim...
Tek
başınayım fikri alemimde...
Bazen o fikirlerin beynimde sessizce
çatışmasından, dayanılmaz baş ağrıları da çekiyorum...
Not
alıyor, düşünüyor ve bekliyorum...
Ama
bazı konular var...
O konularda çerden çöpten, ruhsuz ve ahlaksız
yorumları dikkate almıyorum. Ama o "bazı konularda" bazı
isimlerin yorumlarına takılıyorum... "Yok" diyorum...
"Yok olmaz, bu sözlerin karşılık bulması lazım... Birileri
yaşama sebebimiz olan tarihleri tahrip ederken de susamam ben"
...
İktidar
güçleri inanılmaz bir inatla "tarihi yeniden yazma"
gayretinde...
Hem de ne yazma...
Çanakkale Zaferi'ni parlatırken,
İstiklal Harbi'ni neredeyse yok sayıyor... II. Abdülhamit'i
parlatırken, İstiklal Harbi kadrosunu ve özellikle de lideri
Mustafa Kemal Atatürk'ü itibarsızlaştırmaya çalışıyor...
Çanakkale
Zaferi'nden sonra düştüğümüz zilleti görmezden gelip, bugün
Çanakkale Zaferi'ni anmamızı sağlayan 9 Eylül neredeyse
iktidarın ajandasında silinmiş... Ne İktisat Kongresi, ne Lozan,
ne Cumhuriyet'in ilk on yılındaki büyük hamleler hep yok ya da
yeniden yazılmaya çalışılıyor.
Üstelik
ne bir tartışma, ne bir sorgulama, ne bir bilgi belge alışverişi
olmadan, tüm "buyurulanlara" biat edilsin istiyorlar...
Doğruyu sunduğunuzda küfür ediyorlar, hakaret ediyorlar, itham
ediyorlar...
Ama
yok...
Benim "yuttaşlık" hakkım ve kimliğimin temeli
İstiaklal Harbi'dir...
O kadar da kolay savuşturamam ben, duymazdan
göçrmezden gelemem...
Ben görevimi yapmalıyım, mutlaka yazıp
kaç kişi okursa okusun, bildiklerimizi hatırlatmalıyım. Bu
ülkenin kimsenin, kimselerin babalarının çiftliği olamayacak
kadar kutsal olduğunu hatırlatmalıyım...
Başbakan
Binali Yıldırım, sadece kendi partidaşlarının bulunduğu bir
toplantıda oldukça ilginç bir konuşma yapmış... Konuşmasında
"hesabı sadece millete veririz" dediği için ve ben de
"milletin sıradan bir ferdi" olduğum için inatla
yazıyorum... Bunca yoğun olan Başbakanın, tutup da yazımı
okuyup beni arayıp cevap vermesi mümkün değil, ama yazıp en
azından dijital ortamdan tarihe not düşeceğim. Çünkü bu
sözlere açıklık getirmesi zorunluk ötesi... Belki de bir tarihi
fırsat....
Ne
demiş Sayın Başbakan?
"...
Türkiye zor bir çevrede. 100 yıldır ertelenen bir hesap var.
Lozan ile ertelenen bir hesap var. O hesap tekrar karşımıza
konmuştur. O hesap bu toprakların kaderini değiştirecek sinsi
planların uygulamaya sokulacağı bir dönemden geçiyoruz..."
Lütfen
bir kaç kez okuyalım...
Çünkü
sadece bu satırlarda hem "doğrular" var hem de sanki
"sinsi malum amaç"...
Cumhuriyeti
eritme...
1919
– 2002 arasını yok sayma...
Tarihi
yeniden yazma...
"Tek
partili" yıllara öfke duyarken, "yeni tek parti düzeni
liderlerinden" olduğunu unutturma çabası....
Peki
bu sözler sadece alkışlanır veya sadece tepki mi çekmeli?
Hayır...
Israrla tartışmaktan yanayım...
Trollerinin yaptığı gibi, adımı
gizleyim "küfür, tehdit, itham" olmaz bende... Ben biat
da etmem... Çünkü "fikrim hür vicdanım hür irfanım hür"
benim...
Geçelim...
Ne
diyor Başbakan? "100 yıldır ertelenen bir hesap var. Lozan
ile ertelenen bir hesap var".
100
yıl dediğimiz 2016'dan 1916'ya isabet eder...
Lozan
ise 1923... Yani Başbakanın ifade ettiği bir 1916 ve civarı bir
de 1923...
Ve
bir "hesap...
Neden
sürekli olarak hedefte 1920'li yıllar var?
Neden
1916? Ya da civarı?
Neden
iktidar güçleri 16 Ağustos 1838'de İngiltere ile imzalanan
"Balta Limanı Antlaşmasını" konu etmez? Neden 1839
Tanzimat ve sonuçlarından bahsetmez? Neden Tanzimattan sonra
Anadolu'yu vampir gibi emen Reji'li Düyun-u Umumiye'li yılları
açmaz? Neden sürekli olarak "II. Abdülhamit'e övgü Mustafa
Kemal'e yergi" siyaseti güderler?
Aslında
Başbakan, çok anlamlı bir 100 yıl vurgusu yaptı... Ama 100 yılı
aldı getirdi 1923'e damgaladı... Okumayan çoğunluk 1923'ü, 100
yıl önceki tarih zannederse şaşırmam... Sonuçta kültürel
hayatımız sadece "beğenmek" ve "paylaşmaktan"
ibaret artık! Tartışma yok, araştırma yok, sorgulama yok,
uygarlık yerlerde...
Oysa
o çok övündükleri Osmanlı son döneminde söylenen bir söz
vardır: "Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar"
yani "gerçeğin ışığı, fikirlerin tartışılmasından
doğar"... Peki nerede iktidarın "özgür ve uygarca
görüş, bilgilendirme kriteri"?
Oysa
Başbakanın sözü, şimdi hepimizi araştırmaya itmeliydi...
Türkiye tarihinin hala çok aydınlatılmamış, konuşulmayan,
yazılıp tartışılmayan süreçleri var. Evet 100 yıl önce her
türlü kumpas, devletin dağılması, toprakların paylaşılması
hesabına yönelikti. İçten ve dıştan ne çok vurdumduymazlıklar
vardı... Tevfik Fikret'ten Namık Kemal'e, Şair Eşref'ten Ziya
Paşa'ya neler neler yazılmıştı... Tevfik Fikret'in "Han-ı
Yağma" şiirini hiç okumuş muydu acaba Başbakan? O şiir,
Başbakanın ifade ettiği "100 yıl" içinde bir
yerlerde... Düyun-u Umumiye'nin Reji kolcularının terörünü hiç
merak etmiş miydi acaba Başbakan? Padişah efendinin sarayda
oturduğu o zamanlarda, kaç zavallı köylünün, Reji tetikçisi
kolcularca infaz edildiğini biliyor mu acaba Başbakanımız?
Bir
ülke düşünün, ülkenin has yurttaşları fakirliğin her
aşamasını yaşarken, sadece "anlaşma" hükümlerince
ülkede oluşturulmuş yabancı köleler egemen... Ülkenin
sahipleri, kolonilerin kölesi yani... Ama başta Padişah
hazretleri, halife-i ru-i zemin hazretleri var; ne alâ!
1838
Balta Limanı Antlaşması ile Osmanlı'nın cellatı olan
İngilizleri hiç karıştırmayalım "sinsi hesaba"...
1918'de ABD Başkanı Wilson'un "paylaşım harita paçavrasını"
konuşmayalım... Ama 1923 Lozan'ı, Cumhuriyet devrimini yerlerde
çiğneyelim, öyle mi?
Din
diyanet işlerine girmeyeceğim...
Her konunun dine bağlanması,
dinsel çalışmalarla sürecin yorumlanmasına karşıyım. Çünkü
Osmanlı'nın son yüz yılında hakim olan fakirlikti. Yani
zenginler ve fakirlerin dinsel farklılıkları ilginçti hilafet
Osmanlı yaşamında.
Başbakan
yüzyıllık hesaplar derken doğru bir noktayı işaret etti ama
verdiği "Lozan" noktası yanlış ötesi bir başka sinsi
amaca işaret etti.
Herkes
konuşabilmeli...
Araştırma,
sorgulama, tartışma olmalı...
Türkiye
üzerine oynanan oyunlara girersek, bu oyunlardaki "yerli
işbirlikçileri de" açıkça ifade etmemiz gerekir. Tarihten
korkarak, gizleyerek ya da değiştirmeye çalışarakda
yaşayabileceğimiz tek bir sonuç vardıır, o da geri dönüşsüz
bir yokoluş felaketi...Tarihe bakın, Andolu'dan bin yıldır kimler
gelmiş kimler geçmiş... Bir de "saygıyla hatırlananlara"
bakın... En kötü iletişim bile iletişimsizlikten daha iyidir,
iktidarın iki konuda ısrarcı olması geleceğimiz için umuttur.
Biri "özeleştiri" diğeri ise "iletişim"...
Karşı sesleri susturarak iktidar değil zalim olunur. Oysa tarihte
saygıyla anılanlar "zalimler" değildir...
Atatürk ve
Cumhuriyet gerçeği asla silinemez...
Çünkü Atatürk ve
Cumhuriyet kim ne derse desin hep saygıyla anılacaktır.
Not: Başbakan Binali Yıldırım'ın AKP siyaset akademisindeki konuşması, bu yazıya neden olmuştur. Haberi okumak için :
http://www.sondakika.com/haber/haber-basbakan-yildirim-karadeniz-i-akdeniz-i-cevreleyen-8600096/?m=0