2002
ile 2006 arasında kesintisiz sabah yayınlarımda söylediklerim, Haber Ekspres ve
Yenigün’de yazdıklarım hala hafızamda ve yazdığım söylediğim hiçbir şeyi “inkâr”
etmiyorum…
Sormadan “karar verenleri”
zaten ciddiye almıyorum da, “dostum” ya da “arkadaşım” diyenlerin, bir küçük “neden”
bile demeden, makineli tüfek gibi ve çoğunlukla da “arkamdan” yargılamalarında
inanamıyorum…
17
Ağustos’ta Aya Vukla’da yapılan Ortodoks ayininde de, 5 – 9 Şubat arası İzmir’i
ziyaret eden Ortodoks Patriği’nin programında da yer aldım…
İnanarak ve bir an bile pişman
olmadan yer aldım…
4
Kasım’da İstanbul’da Patrik ile yaptığım neredeyse beş saatlik görüşmede de,
inandığımı istediğim gibi söyledim, hatta ekranda yaptıklarımı, köşelerimde
yazdıklarımı da bizzat anlattım…
Patriğin
gösterdiği samimiyeti nasıl anlatayım ki?
Konuşmadan, tartışmadan “yargıda”
bulunduğuma mı yanayım, yoksa “acıların” her dönem ve devirde “ortak” olduğuna
yapmamız gereken vurguyu mu savunayım?
1919’un 15 Mayısında neler
yaşadığını unutabilir miyim ben?
1922’nin 9 Eylül coşkusunu mu “yok”
sayayım?
Mümkün mü?
Bana ne dönemin riyakârların
pirim yaptığı dönem oluşundan?
Bana ne çıkarcılık adına en
yüze değerlerin bile ucuz Pazar tezgâhına düşürüldüğünden?
Birisini bir zamanlar “Yiğit”
sayanlar düşünsün, ben hiç saymadım ki?
Ne “Yiğitlerin” ne çıkarlar
karşılığı nerelere geldiğini görmüyorum mu?
Ya
İzmir?
Ben
Diyarbakır’a gittiğim için eleştiren bazı dostların, aylar sonra belediye
başkanı elinden plaket aldığına mı takılayım?
Herkes
kendi “doğrusunu” yaşar…
Patriğin İzmir ziyaretinin,
geleceğe sağlayacağı büyük insani yararları görmüyorsa birileri, ben ne
yapayım? Sormuyorlar ki anlatayım?
Geçmişinden
korkan, kaçan, utanan biri değilim ki?
Geçmişinden
kim korkuyorsa onlar düşünsün…
Dünyada “din adına” türlü
cinayetlerin işlendiğini yaşamıyor muyuz?
Bir Müslüman olarak, inandığım
dinin bunca katliama referans yapılmaya çalışılmasının arkasında ne var acaba?
Peki…
Ben
sizi 1919 şartlarında götürsem?
1919 ile 1922 arasında İzmir
doğru düzgün masaya yatırılmış mı?
Neden bu kirli ve kanlı
savaşın sadece iki mağduru olmuş?
İzmir’de Levantenler, Katolikler,
Museviler de yaşarken, neden “fatura” sadece Müslümanlara ve Ortodokslara
çıkarılmış?
Çok
konuşulacak konu var çoook? Ama konuşamıyoruz ki…
Türkiye ile Yunanistan
arasında, aslında tabanda dostluklar yaşanırken neden tavanda “devletlerarası
dostluk” oluşmuyor? Acaba Türkiye ve Yunanistan arasında ekonomik, sosyal,
siyasal birlikteliklerin olacak olması dünyada “birilerini mi” rahatsız ediyor?
Aslında
Patriğin gelişiyle keşke bu meraklar başlasaydı…
Mesela “Türk – Yunan İlişkilerinde
İngiliz etkisi” gibi bir başlıkla da sempozyum yapılabilseydi? Mesela işgal
öncesi ve sırası ABD Konsolosluk faaliyetleri de masaya serilebilseydi… Ya da
İşgal sonrası İzmir’deki bazı gayrimenkullerin el değiştirmesine mercek
tutulabilseydi…
Mümkün
mü?
Asla…
En azından şimdilik…
REJİ denen kanlı örgütün Ege’de
kıydığı zavallı köylülerin kimler olduğu hiç merak mı edildi? Biz Alsancak’taki
eski Tekel binalarını REJİ adıyla güya “kültür merkezi” yapmak isteyenlerden
bile özeleştiri istemedik ki?
Biz Yunanistan düşmanı” olarak
büyütüldük ama Atatürkçüyüz, öyle mi?
Atatürk’ün “barış anlayışını
bile” anlayamayan Atatürkçüyüz biz…
Yunanlar da “Türkiye Düşmanı”
olarak büyütüldü, yalan mı?
Ben
“tartışma” olanağı buldum…
Neyse…
Sorulacak çok soru var hem İzmir’de hem Atina’da…
Ama
önyargıları kıracağız, kırmalıyız önce…
Tamamen
insanca bakarsak yaşama, insanlığın o yüze erdemlerinin nasıl ortak olduğunu da
anlarız.
“Patriğin burada ne işi var”
diyenlere güldüm ben mesela…
Adam Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı…
Üstelik askerliğin de, öyle
kısa dönem, parayla falan değii tam yapmış…
Üstelik TSK ona “maaş
mutemetliği görevi” vermiş.
Gaziemir’den Gelibolu’ya giden
bir askerlik serüveni var…
Hatta bir asker arkadaşı da,
elinde baklavasıyla görmeye geldi onu.
Evet ben Aya Vukla’nın “kültür
merkezi” olarak kullanılmasından yanaydım…
Neden?
Doğru muydu?
Yunanistan’da, adalarda,
Selanik’te birden bire başlayan Osmanlı eserlerinin tamiratının ardında ne var?
Ben
yanlış düşündüm ve şimdi doğruların peşindeyim sorarak, araştırarak, tartışarak…
Yıllardır “inanç turizmi” diye
bağırıp çağıran, sağa sola çemkirenlerin yıllardır yapamadığını bir anda gerçekleştiriverdi
İzmir… Ama bu bir haftalık süreç kolay olmadı. Taş uzaktan gelmez mantığıyla,
bu ziyareti önemseyen hepimiz “taşlandık”… Hem de hiç ummadığımız dostlarımızca…
Unutamam
o acıyarak okuduğum sosyal medya mesajlarını…
İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun, İzmir Valisi Mustafa Toprak’ın, Konak Belediye
Başkanı Sema Pekdaş’ın, Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur’un, Bornova
Belediye Başkanı Olgun Atilla’nın, Selçuk Belediye Başkanı Zeynel Bakıcı’nın, İzmir
Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya’nın, İzmir Kültür Müdürü Abdülaziz Ediz’in, İzmir
İl Müftüsü Ramazan Muslu’nun, İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş’ın ve
tüm kadrolarının vatanperver bir şekilde, bu toprakların dünyaca ünlü “konukseverliğini”
nasıl yaşama geçirdiğini mutlaka İzmir’in bilmesi gerekiyor. Çünkü bu
ortamlarda ne ticaret, ne kâr, ne siyaset hiç olmadı.
Sadece “insanlığın yüce
değerlerine” can suyu verildi…
Egede Son Söz haber portalında
Teodora Hacudi ayrıntıları tek tek yazmış.
Öyle ayrıntılar var ki… Merak
edip de izlenseydi, her biri uluslararası “haber” olurdu…
Lakin Allahtan Yunan medyası
temsilcileri adım adım takip etti…
Patriğin her ziyaret ettiği
yerde yaptığı konuşmalarda hep Anadolu vardı… Anadolu’nun bilgeleri,
yüce kişileri… Bir zavallı cahilin
telefonda bana söylediği gibi “Hristiyanlık propagandası” yapmadı Patrik… Ya da
bir başka zavallının dediği gibi “bölücülük de” yapmadı… Patrik İzmir’den
dünyaya “insani birliktelik” tavsiye etti… Ne Müslümanı ne Musevi’yi düşürmedi,
yüceltti…
Patriğin
İzmir ziyareti sonrası, İzmir’in geleceği adına değerlendirmeler yapılmalıydı,
yapılmıyor şimdilik… Ama şu kadarını söyleyim.
İzmir
ne yazık ki “çalışmaktan” çok “konuşmayı” maharet sayanların baskısı altında! Yetki ve mühür sahipleri ne kadar iyi
niyetli olurlarsa olsunlar, kentin dinamiklerinin öncelikle “özeleştiriye”
ihtiyaçları var.
Konuşacak… Yazacak… Tartışacak
çok, ama hepsi de bilgi ve gözlem temelli olmalı. Gelmeden, gelmemek için baha
üreterek, katılmadan, katılanları imayla zan altında bırakarak kent sevgisi
olmaz.
Sadece bloğumda yazıyorum…
Soracağınız ne varsa buyurun…
Ama
lütfen önyargılarınıza teslim olmayın.
Patriğin her girdiği yerde, o
yerin “seçilmişiyle” diktiği ağaçların tutması için dua ediyorum ben…
İzmir 5 – 9 Şubat arası çok
güzel bir adım attı…
Kaybetmedi, kazandı.