İzmir
Gazeteciler Cemiyeti “gazete” yayımlamaya karar vermiş…
Tıpkı
bazı diğer kentlerde olduğu gibi İzmir’de de günlük bir gazete “9 Eylül” adıyla
önümüzdeki günlerde yayın hayatına girecekmiş. Doğrudan bilgim olmadığından böyle yazıyorum. Ama Başkan Atilla
Sertel’in yıllar önce yayınladığı “Söz” gazetesini düşününce de ortaya okunacak
bir gazetenin geldiğini hissediyorum.
Yayınlanınca
göreceğiz…
Lakin kulağıma öyle ilginç
şeyler geldi ki bu konuda bir şeyler yazma kararını verdim. Nasılsa İzmir’in
“kaymak efendilerinin” selam verince bile kızdığı biriyim çok şükür… Yani yine
kızacaklar ve yine “dondurma” önereceğim…
Daha
ilk sayı yayınlanmadan tepkiler çıktı…
Neresinden bakarsanız bakın
“gazetecilik” mesleğiyle değil “basın ilan parası payı” temelli eleştirilerdi
bunlar…
Olabilir,
saygı duyarım.
Ama bu gazeteyle birlikte
“İzmir Basını” tartışmasını da açmak lazım artık!..
Ben
de fiili olarak gazetecilik yapıyorum ve başka bir işim de yok…
Sabah 10’ndan akşamüzeri
17’ye kadar çeşitli yerlerde sürekli irtibat içindeyim. Bazen esnaf bazen sokak
bazen otobüs ve metro…
Allah aşkına İzmir’de gazete
sahipleri veya temsilcileri bir gün biniverseler ya otobüse…
Bakalım kaç İzmir gazetesi
kaç kişinin elinde?
Neden nüfusla ters orantılı
okunma?
Neden “çok okunduğunu” veya
“satıldığını” iddia edenler araştırmıyor?
Çok satılanlar küçük ilanlar
yüzünden olabilir mi?
Hiç bana kızmasınlar ben
sadece buyurun araştırın diyorum…
İzmir’den yayın yapan
internet siteleri günlük gazetelerden daha çok okunuyor. Çünkü daha özgürler…
Bakın
ne gözlüyorum sabahları.
Vatandaş eğer kupon alıyorsa
o gazeteyi istiyor bayiden. Sonra da tezgaha bakıyor. Eğer kendi sorununu
manşet yapan varsa alıyor, yoksa almıyor. İşte örnek, inanmayan araştırsın.
Şu anda Üçyol Üçkuyular
arasındaki metro inşaatının rahatsızlığı neredeyse unutuldu oradaki halk
tarafından, çünkü daha belalı rahatsızlık var. Kaldırımcı şirketin saygısızca
ve plansız yaptığı iş İnönü Caddesi yurttaşlarını çileden çıkarmış. Gördükleri
hakaretler çaresizliklerine çaresizlik ekliyor. Yurttaş sesini duyurmak istiyor
ama kimse yok…
“Milletin müşterek sesi”
olması beklenen basın ise daha çok “şirket sahibi” tarafında.
Yalan mı Allah aşkına?
İzmir’de belediye ağzıyla,
işadamı ağzıyla, zengin gözlüğüyle gazetecilik ancak klimalı ofislerin ve
makamların sehpa süsü oluyor.
Gazete
sahipleri İGC gazetesine karşı olmadan bir aynaya baksalar da gazeteleri kaç
satıyor, yurttaş neden okumuyor diye araştırsalar hoş olmaz mı? İşadamı
isteğiyle hayatı kararan gazetecilerin ahı tutmuş olabilir mi acaba?
İGC’nin gazetesini
önemsiyorum…
Umarım İzmir’deki “basın
işleyiş hatalarını” dikkate alacaklardır. Bu yolda türlü zamanlarda türlü
bedeller ödeyen Atilla Sertel’e ben güveniyorum. İzmir’de “milletin sesi”
olacak bir medya anlayışına korkunç düzeyde ihtiyaç var. Bunu bizzat ve
yaşayarak biliyorum. Benim umudum 9 Eylül Gazetesi bu ihtiyacı tetiklesin…
Haberin tarafsız, yorumun hür ve güvenli olduğu bir medya sadece güzel günlerin
umudu olur çünkü.
Aslında
İzmir’deki tüm gazeteler bir araya gelip platform oluştursalar ve sabırla
birbirlerini hatta çalışanlarını dinleseler ne güzel olur.
9 Eylül Gazetesi’ni
heyecanla ve merakla bekliyorum. İnşallah hayal kırıklığı da yaşamayacağız
çünkü çıkacak gazete tüm Cemiyetin gazetesi olacak. Atilla Sertel’in de önemle
işaret ettiği bu olsa gerek…
Yayın
hayatında şimdiden başarılar…
Yeşildere’deki hüzün…
Konak
Belediye Başkanı Ahmet Sarışın’ken yapılmıştı o anlamlı anıt…
Sonra
yıllar geçti…
Konak
Tüneli şantiye alanında kaldı…
Ve hali şimdi perperişan…
Karayolları, Büyükşehir
Belediyesi’ne nice zaman yazmış. Belediye bazı parçaları almış “deposuna”
koymuş… Belediye deposu ünlüdür ha! O nasıl bir depoysa Başkan Piriştina döneminde
de Fuar’daki ünlü Türk büyüklerinin büstleri “o depoya tıkılmıştı”…
10
gün kadar önce fark ettim. Sabah yayınında ve Facebook’ta ilan ettim. Sonra Ege
Telgraf Gazetesi’nden Ahmet Buğra Tokmakoğlu kardeşimle EGE TV’den Bora
Şengören ve Serkan Rençber el attılar.
Ne güzel… İşte olması
gereken basın birlikteliği…
Büyükşehir
Belediyesi susuyor…
Boşnak şehitler için birden
bire ve bunca yıl sonra “ayaklananlar” susuyor…
Herkes
susuyor…
İzmirli
şehit evlatların anıtlarına sahip çıkacak bir ilçe aranıyor…
Ben Karayolları
Müdürlüğü’nün yerinde olsaydım, üstlenirdim bu anıtı. Bakan Binali Yıldırım’ın
ve Başkan Aziz Kocaoğlu’nun bu rezillikten haberleri yok eminim. Hatta ilçe
belediye başkanlarının da… Vali Kıraç’ın da… O bölgeden “çevrelerine” bakmadan
geçtikleri ve her bilgiyi çevrelerindekilerden aldıklarından bilmiyorlardır
İzmir şehitlerinin mahzunluklarını. Bilseler mutlaka el atarlar. Karşıyaka,
Konak, Bayraklı, Buca, Balçova, Narlıdere falan hepsi ister bu anıtı,
biliyorum.
Onca
söyledik… EGE TV söyledi… Ege Telgraf yazdı… Ege’nin Sesi yazdı…
Birinin aklına gelip de o
anıtın halini örtmek kimsenin aklına gelmedi…
Kahpe teröristler umarım ki
halimize gülmüyorlardır vesselam!
Mağrur olmayın efendiler!
Öyle
anlatırlar ben de anlatıldığı gibi yazayım, II. Mahmut bir Cuma selamlığında,
“padişahım çok yaşa” diye bağıranların arasından cılız da olsa bir ses duyar “mağrur olma padişahım senden büyük Allah
var!”
II.
Mahmut “mağrur” bir padişah mıydı bilmiyorum.
Kibirli
biri miydi hiç bilmiyorum. Onu bire bir tanıyanların
tamamı artık toprak olduğundan bu soruların cevabını hiçbir zaman da
öğrenemeyeceğiz. Fakat yine de II. Mahmut’un bir “padişah” yani “mutlak”
hükümdar, denetime kapalı, eleştirilemez bir zirve adamı olduğunu düşünecek
olursak olası “mağruriyetini de” bir yere kadar kabul edebiliriz. Anlatılan
eğer doğruysa da, demek ki gözle görülen bir kibir ve mağruriyet içindeymiş ki
“halktan biri” Cuma selamlığında böyle bağırmak zorunda kalmış.
Osmanlı devri kapandı gitti…
1923’de Cumhuriyet olduk…
Mustafa Kemal’in “reis-i
cumhur” olarak köşkten ikide bir kaçıp, köşk çevresindeki köylü vatandaşlarla
birlikte olduğunu dikkate alırsak Cumhuriyet’in ilk reisi için de “mağrur” ve
“kibirli” diyemeyiz…
Lakin Mustafa Kemal’den
sonrakiler için tartışabilirim…
Üst makamlardakilerin
“mağrur ve kibirli” olmalarını demokratik cumhuriyete rağmen kabullenebilir
miyiz?
Asla… Cumhuriyeti kuranın
mağrur ve kibirli olmadığını bilerek nasıl ondan sonrakileri kabullenebiliriz
ki?
Peki
atanmış ya da seçilmiş “kibirli mağrurlar” yanında şah, şöhret, para
üstünlüğüne dayanarak “mağrur ve kibirli” olanlara ne demeliyiz?
Arsız…
Yüzsüz…
Kendini beğenmiş…
Ukala…
Zibidi…
Yumurtadan çıkmış, kabuğunu
beğenmiyor…
Deriz de deriz…
Lakin
“mağrur ve kibirli” atandığı veya seçildiği yerden “ininceye” kadar pek kulak
asmaz bu söylenenlere. Duyduğu halde, o
kibrin sağladığı şeytani güce aptalca sarıldığından “ineceği” günü de aklına
getirmez…
Çevresindeki
kemikçi dalkavukların “canım cicim” söylemleriyle de büyülendiğinden kulak
tıkar, hatta “mağrur ve kibirli” olduğunu söyleyenleri aklınca “kara listeye”
bile alıverir…
2009
yerel seçimleri sonrası İzmir’e de böyle bir hava sirayet etti…
Bir “efendi” kesimin
yarattığı bu hava ne yazık ki burnunun ucunu değerlendirmekten aciz kıldı bazı
belediye başkanlarını, müdürleri falan… Allah cümlesini ıslah etsinde etmesine,
inşallah anlamadıkları “nasihatleri” bir musibetle öğrenmezler…
Özellikle bazı ilçe belediye
başkanlarının içine düştükleri “kibir” hem kendilerine hem de mensup oldukları
partilerine büyük zarar veriyor. Masa başından kalkmayan bir
takım dostlarının “canım başkanım siz
aldırmayın halk sizi çok seviyor, hatta sizi büyükşehir belediye başkanı görmek
istiyor” yalanlarına uyduklarını da öğrendikçe üzülüyorum. Sokağa ve halka
kulak tıkayan, serzenişleri duymayan, sorunları anlamayan, dertleri halının
altına süpürenler o kibirleriyle sadece “sonlarını” nahoş bir hale
getiriyorlar…
İstemezdim
böyle yazmak ama ne yazık ki zorunluyum artık…
Peki, son söz ne yazayım?
“Mağrur olmayın efendiler sizden büyük MİLLET var!”
Şimdilik iyiyim…
Onca
telefon, e-posta, mesaj, sorgu sual... “neyin var Hasan Tahsin?”
Bilmiyorum…
Duvarı nem, insanı gam
misali benimkisi…
Kan kusup kızılcık şerbeti
içtim edebiyatının son mısrası benimkisi…
Yaş
ilerliyor, arızalar çıkmaya başladı.
Tetkikler,
tahliller, haplar, ilaçlar…
Bazen
kötüyüm, bazen iyi…
Bazen
çıkamıyorum yayına… O isimlerini bile bilmediğim yüzlerce can…
TV’nu
arıyor, Zeynep kardeşimi bunaltıyor.
Dedim ya, bir şey
bilmiyorum. Kötü bir sonuç da çıkabilir, bir şey de çıkmayabilir. Lakin
doktorların müştereken söylediği “belliydi bu kadar sinir stres…”
E
ne yapayım?
Hayatım
bazılarının gördüğü ve uydurduğu gibi değil ki?
Ama sonuç ne olursa olsun
yazacağım, söz…
Dualarınıza, dileklerinize,
ilginize minnettarım.